Her sanatçı geniş kitlelere hitap etmek ister ama “7’den 77’ye” gönülleri fethetmek herkesin harcı değildir. Nesiller arasındaki uçurumun gittikçe arttığı günümüzde bir dede ile torunun aynı şarkıları, severek dinlediğini düşünsenize…
Ya da Türkçe’yi hiç bilmemesine rağmen bir Japon’un Türkçe şarkılar söylemeye çalıştığını…
İşte müziğin gerçek anlamda “evrensel” olması tam olarak budur. Müziği evrenselleştirip herkese hitap etmeyi başarmak ise gerçekten güçtür ama Barış Manço bunu başarmıştı! Nesiller arası uçurumu kapatıp; dededen toruna her yaştan kitleye ulaşmıştı.
Aslında bunu yaparken kendisi olması ve bize özümüzü hatırlatması yetmişti. Uzun saçları, neredeyse bütün parmaklarını dolduran yüzükleri ile benimsemiştik onu. Bu haliyle her ne kadar herkesten farklı görünse de bir o kadar da bizdendi aslında. Kendine özgü kıyafetleri, kendine özgü sahne gösterileriyle dikkatleri üstüne çekmeyi de başarmıştı. Bir de şarkıları söylerken kullandığı el kol hareketleri vardı tabii. Kimileri bundan bir şey anlamasa da o, bu hareketlerle “dilsizler alfabesi”ni kullanıyor ve işitme yeteneği olmayan insanlara da şarkılarından bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Zâten “Ben, bu dünyaya şarkı söylemeye gelmedim. Düşüncelerimi anlatmaya geldim.” sözleriyle, şarkılarını düşüncelerini anlatmakta bir araç olarak gördüğünü de belirtiyordu. Toplumda halk müziği hor görülürken, kendine özgü söyleyişi ile türkülerimizi bize yeniden sevdirmişti. Gönül kapımızı aralamıştı türküler ile. “Barış der ki…” şeklinde başlayan dizeleriyle ise adeta yirminci yüzyılın Karacaoğlan’ı oluveriyordu. Şarkılarında anlattığı kişiler de bizdendi aslında; Sakız Hanım ile Mahur Bey, emekli Salih Öğretmen, Osman, Binboğa’nın kızı ve niceleri…
Geniş kitlelere ulaşmak için dilin ne kadar önemli olduğunun da farkındaydı ve bu yüzden şarkılarında Türkçe’nin kullanım gücünden de oldukça başarılı bir şekilde faydalanmıştı. Barış Manço, şarkılarında dört yüzün üzerinde deyim, kırkın üzerinde atasözü kullanarak halkın gündelik dilini şarkılarına taşımıştı. Bu sebepten Barış Manço’ya “Çağdaş Halk Ozanı” demek hiç de yanlış bir tespit olmaz. O şarkılarda, halk kendinden bir şeyler bulabildiği için onu sevmiş ve sahiplenmişti. O da hiçbir zaman içinde bulunduğu toplumun kültürüne yüz çevirmedi. Uzun yıllar yurt dışında yaşamasına rağmen kendi kültürüne yabancılaşmamış, gittiği ülkelere Türk kültürünü anlatmıştı. Galatasaray Lisesi’nde okurken hayali büyükelçi olmakmış. Belki büyükelçi olamadı ama bir “kültür elçisi” olarak gönüllere taht kurdu.
Aramızdan ayrılışının üzerinden yıllar geçse de şarkıları hâlâ dillerde. Ve geçecek yıllara rağmen de öyle olacak. Çünkü bu halk, kendisini yansıtmayı başarmış, gönülleri fethetmiş sanatçıları unutmaz. O da biliyordu aslında ölümün onu, bize unutturmaya yetmeyeceğini. Bu yüzden söylemişti ya “Bir gün ölürsem, öldüğüm günü değil; doğduğum günü hatırlayın.” diye.
Doğum günün kutlu olsun Barış Ağabey!
İlknur Burcu KESER