Ne güzeldi sabah. Yastıklar beni boşamış bir koyun vermişti. Memleket kokusu… Cennet konusuna girmeyeceğim. Bir kurtuluş savaşı vermeye niyetim yok. Neyse… Kendi kuvvetimle sol taraftan bir 3 kg huzur ve annemin sağ çıkamayacağı bazı saf duygular yüklüyordum. Birden sıcacık evden soğuğa uyanma hissi tarifsiz. Çünkü o koyundan bir soğuk kahveye nasıl vardığımı bilmemekteyim. Hatta bunu bilmemek ile birlikte şu an sessiz yahut bangır bangırım. Hafif bir lacivertlik var gökte oysa ben körüm. Bildiğin görmüyorum. Ama gök lacivert. Körüm ulan ben, kör! Neyse annem diyordum. Yok o muhabbet geçmişti. Nerede kalmıştım? Geçen gün gene böyle sorular beynimi kemirirken… Servis geldi. E bizde güzel, huzurlu, mutlu ortamların içine sıçmak adettendir. Çok yabancı gelmedi. Alıştım durumlara bir o kadar da olumsuzluğuna alıştım. Peki… onlara?
.
annem diyordum. Yok… Annem diyeceğim. Bak söz bir gün diyeceğim. Erkek sözü!
.
Neyse ben anladım ki hiçbir iskelet derdine çare değil insanın. Derdi yaratan iskelet, oysa o da benim gibi kör. Bildiğin görmüyor lan. Ama o yarattı. O iskelet yarattı. Kör ulan o, kör! Neyse…