Dolabın en üst rafında, yıllardır dokunulmayan bir kutu vardı. Ne taşınırken el sürülmüştü, ne temizliklerde açılmıştı. Ama içinde neler olduğunu Melis ezbere biliyordu. Her kadının bir “bazen açmak istediği ama açarsa dağılacağını bildiği” bir kutusu vardır. Melis’in kutusu oydu. İçinde birkaç sinema bileti, solmuş bir çiçek, fotoğraflar, yazılmamış ama hissedilmiş mektuplar vardı. Birlikte gidilen bir konserin bileti köşesinden yırtıktı. Çünkü o gün tartışmışlardı. Ama sonra, o biletin arkasına şu yazılmıştı: “Her tartışmanın sonunda elini tutmak istiyorum, unutma bunu.” Melis unutmadı. Ama unutmamak, geri dönmek anlamına gelmiyordu. Yıllar geçti. O adam başka bir kadının kalbine sığındı. Melis başka hayatlara uzaktan baktı. Ama o raf… o kutu… hep oradaydı. Bir gün misafir gelmişti. Ev toparlanırken eline kutu geçti. “Tozlanmış, atayım mı?” dedi arkadaşı. Melis bir an durdu. Kutunun üzerindeki tozu sildi, kapağını açtı. O an, tüm anılar birden geri geldi. Bir kahkaha sesi, bir gözyaşı damlası, bir sonbahar akşamı… Kapatıp yerine koydu. “Hayır, atma” dedi kısık bir sesle. “Bazı şeyler unutulmaz. Ama saklanabilir.” Ve bazı raflar vardı ki, kalpteydi. Tozlansa da, dokunulmasa da… Orada bir yerde, hep hazır bekliyordu. Çünkü bazı anılar gitmez. Sadece usulca bir köşeye çekilir.