VİCDANIMIZIN ÇARKLARI
Birçok şeyin değeri ona duyulan ihtiyaçla doğrudan bağlantılıdır. Örneğin elektriğin henüz evlerimizi aydınlatmadığı yıllardaki gaz lambasının değerini düşünün ve günümüzdeki değeri ile karşılaştırın. Meraklıları için güzel bir süs eşyasından öteye geçemediğini göreceksiniz. Ya da geçmiş zamanda ulaşım ve taşıma aracı olarak kullanılan at, eşek gibi hayvanlara bir bakın, sanayi devriminden sonra değerleri her geçen gün biraz daha azaldı. Fakat öyle şeyler de var ki, bunlar zaman sahnesinde mevcut değerini hiçbir zaman büyük ölçüde kaybetmedi; ekmek mesela… 8 bin yıllık geçmişine, değişen teknolojiye rağmen hâlâ değerini koruyor. Yani bir şeyin her yerde bulunması ve her çağda yaşaması insan oğlunun ona duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır, dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Bu durum somut maddelerde böyle olmakla birlikte soyut şeyler içinde aynen geçerlidir. ”Ahlak” insanlık tarihi kadar eskidir. ”Hayal kurmak” tüm tarihimizle aynı yaştadır. ”Sevmek, nefret etmek, acımak, pişman olmak…” tüm bu duygular varoluşumuzun temelinden itibaren bizimle var olmaktadır. Çünkü insanlar aleminin tüm bunlara her daim ihtiyacı olmuştur. Fakat nasıl ki ekmeğin adı, tarifi, kokusu, dokusu; kültürden kültüre, bölgeden bölgeye değişiklik arz ediyorsa aynı şekilde ”ahlak”ın, ”sevgi”nin, ”hayal kurmanın” vb. soyut kavramlarında içeriği, mahiyeti aldığı isimler düşünceden düşünceye değişiklik göstermiştir. Ancak tüm bu farklı isimler, farklı değerlendirmeler her bölgede onlara ne denli ihtiyaç duyulduğunun kanıtıdır. İşte tıpkı yukarıda bahsi geçen soyut kavramlar gibi insanoğlunun her yerde ve her çağda muhtaç olduğu öyle bir yeti var ki konumuzun aslını oluşturmaktadır. Bu yeti kimi filozoflara göre; insanı uyaran bir yetenek iken, kimilerine göre ahlaki otoritemiz olarak kabul edilir. Bir çoğuna göre hüküm verme ve yargılama yeteneğimizin ta kendisidir. Mistiklere göre insanı, kemal noktasına eriştirebilecek olan en hakiki mürşittir. Bu yetiye kimileri; Daimonion, consience, alt-benlik gibi isimler verdi. Kimileri de; kalb-i selim, havatır, kalp, hiss-i batın gibi isimler vermeyi uygun gördü. Ancak biz bu kelimeyi daha çok şu kavramla tanıyoruz; ”vicdan…” Kuran-ı Kerim’in bir çok ayeti, Kitab-ı Mukaddes, Buda Öğretisi, Vedalar, Zerdüştilik ve daha bir çok öğreti insanı ”vicdan” sahibi olmaya, onu kirlenmekten koruyarak ışığında insan-ı kemale doğru ilerlemesini öğütlemiştir. Vicdan denilince akıllara ilk gelen ”acıma ve merhamet” duyguları olsa gerek. ”Vicdana” bu iki kavram üzerinden bakınca insanlık neden kendi tarihi boyunca bu kavrama bu kadar değer vermiş daha iyi anlıyoruz. Tarihi boyunca savaşlara, korkuya, şiddete, tecavüze, açlığa, yoksulluğa kendi elleriyle esir edilmiş olan insan ırkı, zamanla çareyi insanı insanlaştırmakta aramaya başlamasından daha doğal ne olabilir ki? Belki de insan ırkı bu kavramla birlikte adaleti güçlülerin kaçamayacağı bir noktaya taşımak, büyük felaketlere yol açmadan önce bu yolla her bireyin göğsünün tam ortasına onu bekleyen bir bekçi yerleştirmek istemiştir. Sonuçta Juvenalis’inde dediği gibi ”Hiçbir suçlu, kendi öz mahkemesinde beraat edemez.” Buraya kadar geldiğimiz noktayı kısaca toparlayacak olursak, vicdan; onu taşıyan kişiye iç huzur veya iç sıkıntı vererek onu uyaran yönlendiren içsel bir otokontrol sistemidir. Bu sistemin temiz vicdan sahibi insanlar üzerinde öyle güçlü bir etkisi vardır ki ”Ben bu utançla yaşayamam…” dedirterek kendi benliğinden vazgeçmesini sağlayacak kadar motivasyon sağlayabilir. Bir çok düşünür vicdanın bu yargılayıcı hatta cezalandırıcı yönünü ön planda tutmuştur. İşte birkaç örneği;
*Vicdanımız, biz onu öldürmedikçe, yanılmaz bir yargıçtır. (Balzac)*İyi bir vicdan, en rahat yastıktır. (C. Brentana)*Kanunlara dayanan adli muhakemelerden, daha büyük bir muhakeme vardır ki, bu da her kişinin kendi vicdanıdır. (Mahatma Gandhi)*Vicdan azabı, insanın içinde bir cehennemdir. (Lord Byron) Yani vicdan sahibi insanın, huzurlu rahat bir nefes alabilmesi, vicdanını rahatsız edecek düşüncelerden, eziyetlerden kurtulmasına bağlı görülmüştür. Rahat bir vicdanın ise her an huzur dolu olduğuna vurgu yapışmıştır. İşte tamda bu aşamada bakış açımızı biraz değiştirerek ”yeniden düşün!”mek istiyorum. Çünkü en temiz sularla bataklığı beslemekten korkuyorum. Yaşadığımız şu günlerde insanların bataklığı kurutmak yerine, etrafından burunlarını tutarak geçmelerini hayretle izliyorum. Ya da dibi delik kovayı ısrarla doldurmaya çalışmalarını, topraksız, susuz çiçek yetiştirme çabalarını hayretle izliyorum. En azından bir şey yapıyor görünerek dünya da yapması gerekeni yapmış gibi düşünen insanların vicdanını anlıyorum. Kendi iç mahkemesindeki hesabı bile dürüstçe göremeyen bizlere acıyorum. Afrika’da su kuyusu açtırarak Firdevs cenneti uman bizler, onlara bunu yapan sistemin karşısında üç maymunu oynamanın hesabını nasıl vereceğiz? Vicdanımızın sesinden bir dilenciye verdiğimiz bozukluklarla kurtulsakta, çocuğunu açlıktan, susuzluktan kaybeden annenin çığlığının arşa erişmesini nasıl engelleyeceğiz? Yani demem o ki dostlar vicdanımız büyüdükçe bizler büyüyecek, vicdanımız kadar insanlığı iyileştirecek, vicdanımız kadar mazlumlar gülümseyecek… Gerçek adaleti vicdanlarımız inşa edecek… Satırlarımı Mehmet Akif’in şu enfes satırlarıyla bitirmek istiyorum.
Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak; yüreğin hisli mi, işkencedesin, talihe bak! Mehmet Akif Ersoy.
Kalın sağlıcakla… Melih Konuralp ( Kalanşo Çiçekleri Yazarı)