siyah ve beyaz sadeliğin ve asaletin rengiydi şüphesiz.o yüzdendi ki siyah beyaz filmlerde ki insanlar onu çok etkilerdi hep.zıtlıkların karmaşasından oluşan bir dünyada hiç şüphesiz en güzel şeylerde güzel olmaya çalışmayan şeylerdi.örneğin şatafatlı bir kupa hiçbir zaman ince bellinin yerini tutamazdı.insanlarda öyleydi ve tabi sevgilerde, aşklarda.
aşk defterini hiç açamadan tozlu raflara kaldırmıştı yürek kitaplığındaki.aşkta zıtlıkların uyumuydu, aşk ayrılık, aşk kavuşmaktı ve hatta sevgi ve nefretti.ama aşkının olmayışı duygularını da elindenn almıyordu biçare siyahın.yani bir beyaz onu elbette ki etkileyebilirdi günün birinde.
sonunda bir beyaz çıkmıştı siyahın da karşısına.siyahın asaleti beyaz asaletine yenik düşmüştü ama sadece yürek meydanında.susmuştu, bakmamıştı ve kendini saklamıştı beyazdan.o zaman sevmişti onu siyah.çünkü güzel olanın üstüne atlamaz üstüne titrerdi siyah.yoksa ortada ne siyah kalırdı ne de beyaz.haklıydı.
bu zamana kadar siyahtan hep çekinmişti diğer renkler.siyah olmasından korkmuştu, beğenmemişti.kim bilir belki de iğrenmişti o şatafatlı sadeliğinden.ama o yani beyaz öyle değildi.sevmiş miydi oda siyah gibi bilinmez ama nefret etmemişti ve hatta iğrenmemişti o sadeliğin şatafatından.çünkü oda öyleydi.sade ve güzel olmaya çalışmayan bir güzel.buna doğal diyorlarmış galiba bilmiyorum.
artık bitti.o gitti.o dediğim tabi ki beyazdı.artık beyaz başka şehrin asaleti.siayah başka şehrin.olsundu bu his belki de beyazdan da güzeldi.çok sade bir histi.ya o gitmeseydi de fırtınalı bir his olsaydı.olmazdı beyaz ve siyahın sadeliğine ve asaletine anca böyle bir his yakışırdı.o beyazdı his kaldı şimdi oda gidiyor gene siyah kalacak o ve tüm şehir.