46
Lanet yalnızlığımın ve meteliksizliğimin üzerine, bir de depresifliğim çökmesiyle başladı her şey… Kalbim sıkışıyor, sinirden ellerim titriyordu. İki aydır aralıksız alkol kullanıyordum ve alkol krizine doğru gidiyordum yavaşça. Sigara üstüne sigara içiyor ve kendi kendime ‘’Ağızın küllük gibi. Hangi bir kadın seninle öpüşür ki’’diye geçiriyordum içimden… Sonra ‘’aman kadın olsa ne olur, olmasa ne olur’’ dedim ve bir sigara daha yaktım ve yürümeye devam ettim bir elimde motor kaskı, bir elimde sigara. Amfetamin’in etkisi yüzüme vurmuştu. İki gün de uyuduğum maksimum üç saat uyku ve yediğim sadece iki parça patatesli börek… Uykusuzluk hissetmiyordum ama sinirimin mimiklerime yansıdığı ve uykusuzluğun getirdiği göz altı morluğundan, İstiklal Caddesinde beni gören insanların çıplak bir zenci ve otuz santimlik penis görmüşçesine yürüdüğüm yolu açmaları canımı sıkıyordu. Aldırış etmeden lanet kalabalığın içini yara yara ve nereye gittiğim bilmeden yoluma devam ettim. Sigarayı tutan sol elimin titremesi artmıştı ve ben bu durumdan korkmaya başlamıştım. Biri çarptı aniden ama nasıl bir çarpma. Bilerek atılmış bir omuz gibi. Gözüm karardı o an. Bazen olur göz tansiyonu diyorlar. Her neyse…
Mayıs olmasına rağmen hava oldukça soğuk ve hafif yağmur başlamıştı. Durdum kalabalığın ortasında. Başımı kaldırdım gökyüzüne doğru. Sigaradan son bir fırt alıp yere attım ve gözlerimi kapattım. Yağmur hızlanıştı İstiklalde. Islanmak istemeyen ahmak insanların koşarak, kapalı bir yer bulma eylemini hissedebiliyordum çığlıklardan. Yağmur alnıma şiddetli bir şekilde vururken sanki bütün dertlerimden, mutsuzluklarımdan arındırıyor hissi vermişti. Ve aslında verdi de. Kalbimdeki ağrı kesilmiş, elimdeki titreme durmuş, sinirim boşalmış ve sanki beynime format atılmış gibi hissediyordum. Değişik bir his. İlk seks gibi. Ya da saatlerdir çişini tutmuş ve en sonunda tam altına kaçıracakken sonunda bir pisuvar bulup, zevk çığlıkları atarak işeyen ve tanzikli çişin ağzına yüzüne sıçraması gibi bir kişinin hissettiği his. Açmak istemiyordum gözlerimi. İstiklalin tam ortasında, yağmurun altında gözlerini kapatıp, kafasını yukarı kaldırıp sırılsıklam olan ve Tanrı’yla konuşan bir manyaktım. Mutluydum ama burada. Vasconcelos’un dediği gibi ‘’Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum’’ Yalnızdım. Ve sanırım yalnız ölecektim. Kimseye güvenmiyordum ve insanlar gerçekten çok kötüydü. Bu hayattan bu yüzden nefret ediyordum, bu insanlardan, bu sistemden… İyi insanlar hep kaybediyordu ve kötü insanlar hep kazanıyordu. Saçma bir sistem. Yani çok yormaya gerek yok. Kaybedeceğiz… Nereden nereye geldik… Her neyse kısacası kim benim gibi bir manyakla sevgili olmak isterdi ki…
Karamsarlık içime girer girmez tekrar kendimi damlalara bıraktım. Yağmur etkisini azaltmıştı. Tekrar az önceki arınmayı aradım. Yoktu gitmişti. Karamsarlık içime girer girmez, damarlarıma nüfuz etmişti ve tüm bedeni mi ve son olarak ruhumu ele geçirmişti. Etrafımdaki sesler giderek bana yaklaşıyor ve kulağıma fısıldıyorlardı sanki. İçimden bir ses geldi ‘’Ne yaptın sen?’’ Ürktüm bu ses sonrası. Öyle derinden bir sesti ki bu… Açtım gözlerimi. Tam üzerimde kapkara bir bulut. Gülümsüyordu bana ya da bilmiyorum o şekli almıştı. Ben de gülümsedim onu görünce. Ve etrafımdaki insanlara takıldı gözüm. Hepsi bana bakıyorlardı ve etrafımda bir çember oluşturmuşlardı. Korku sardı her bir yanımı… Kötü insanların kötü bakışları. Bazı kadınlar şaşırmış ve bana korkuyla bakıyorlardı. Gözlerini fal taşı gibi yüzlerce insan… Arkamı döndüğümde yerde kanlar içinde biri yatıyor. Hemen yanına gittim. Yüzü tanınmaz haldeydi. Acıdım. Hangi insan evladı böyle bir şeyi bir insana yapar dedim. Konuşmaya çalıştım iyi misin? Bu sana nasıl oldu? diye… Etrafımdakilere bağırdım sinirden. Yardıma gelin neden öyle bakıyorsunuz orospu çocukları!. Bağırdığım taraftaki insanlar geri çekilince anladım ilk başta. Bu olayda ters bir şeylerin olduğunu. Sonra elimdeki motor kaskını fark ettim. Bembeyaz olan kask, kanla kaplanmıştı ve artık rengi kıpkırmızıydı. Sonraki hissettiğim hisleri dillendiremiyorum. Korku, ürkme ve afallamanın verdiği değişik ve ilk defa hissettiğim bir duygu. Ama farklıydı. Kendimi güçlü hissettirdi. Tanrı gibi… Belki de Tanrının güçlerine ortak olmuştum yağmurun altında ıslanarak. Arkamdan biri güçlü bir şekilde kıpırdama diye seslendi. Döndüğümde polis arabası ve etrafında iki polis silahlarını bana doğrultmuştu. Dondu hislerim polisleri görünce. Zaten kıpırdayamazdım. Zihnimden o an film aktı. Elimdeki kanlı kaska baktım ve bana çarpan adamı gördüm zihnimde akan filmde. Kask elimden yere düştü. Kafam hala yerdeydi ama. ‘’Kıpırdama’’ sesleri git gide yaklaşıyordu bana doğru. On beş dakika önce titreyen ama artık titremeyen sol elimi cebine yavaşça soktum. Ezilmiş kamel soft paketimden bir tane aldım ve paketi yere attım. Paketin içine koyduğum zippo çakmakla kamelimi ateşledim ve derin bir nefes çektim. Üflemedım havaya dumanı. Bir fırt daha çektim ve yine üflemedim… Polisler beni yere yatırıp kana bulaşmış ellerimden kelepçeledi. Ağızımdaki sigara yerdeki kandan dolayı söndü… Karardı etraf… Sustu dünya ve lanetli insanlar. İçimdeki derin ses son bir yorumda bulundu. İçinde bulunduğum vaziyeti yorumladı…
Afferim…