Sal 639… Roj xwe xemiland bi ‘eşqê… Rengê tavê guherî. Xwe meşand evînê. Evin jîn da rojê. Roj sıyırdı papuçlarını. Eteklerini topladı. Tepeye sürüdü kendini. Aşk çağladı sinesinden. Çatlak dudaklarından öptü yerin. Yer, göbeğini serdi aşka. Aşk, bir sevda ile sersemledi bağrını. Memleket düğün yüklendi omuzlarına. Bir panayır çarptı gönüllere. Gönüller, coşkunun kulpuna tuttu tutkusunu. Tutuk diller zincirlerinden soyundu. Soygun simalar kahır yırtındı kenarda. Cellat, boyunlarına kılıcının hışmıyla dayandı. Gün saydı karanlık, ömrüne. Aydınlık, karanlığın perçemine çöktü. Sırtı dağlandı gecenin. Poyraz bir sabahın gölgesinde kayboldu rüzgârı zifirin. Zifir ağıda durdu. Cehlin ninnileri can verdi bilginin ışığında. Atlar çiğnedi dilini ruveybıdanın. Çenesini ezdi. Taşlar eşlik etti sedasına seriyyelerin. Kapıları zorladı fedaiyan. Sular aşıldı. Surlar aşıldı. Tepeler geçildi. Azad türküler salındı kulaklara. Canlar, xelasînin adımlarını büyüttü yüreklerinde. Hançereden damlayan her damla kan başına secdeler berkitildi toprağa. Toprak zamana çalım kattı. Çelimsiz hallerin yâdını köpürdü ateşe zaman. Ateşin harlanan yüzü bu defa sevince sundu kadehini. Aşkın kadehi… Ta Faran’dan esen saki rüzgârlarla yetişti fersiz gönüllere. Mesih’in müjdesi gözlerine aktı diyarın. Dicle bugün bir başka örmüş saçlarını. Bir başka sürüyor yüzünü toprağa. Akışı aşka meyyal… Aşk, ayakuçlarında Dicle’nin… Yârin kokusu geliyor haşin atların soluğuyla. Nallar mizgîn bayrağıyla koşturuyor. Bir halk geçip gidiyor şimşek hızında. Halk Hakka susak… Ay, Mayısı gösteriyor. Baharın akıbetini… Artık yağmur kesmiş ayağını bu diyardan… Öte yandan cüda bir baran, ses veriyor asra. Asr, kin ve nefretin tabutuna gebe. Asr, yokluğun ve yoksulluğun ve açlığın ve solgunluğun ve yorgunluğun bitişine gebe… Asr, ölümün ve zulmün ölümüne, hayatın ve ruhun ve şeydanın ve nefesin ve taze bir tebessümün, canlı bir kahkahanın dirilişine gebe… Sancılar sarma sarmış kursakları. Yutkunulan hakikattir. Bahar tadında bir gerçek… Kırmızı sever bir güzellik… Bir alay nefer, küçücük bir yarıktan güneşi geçirmeye çalışıyor. Güneş nazlanma sarasında. Yirmi yedi kurban şart koşuyor. Her kılıç darbesine bir can… Sancılar yükseldi. Dozajı arttı mevsimin. Mevsim şehadet panayırı. Kalbin ritmi iman akıyor. Ezdirilmiş genizlere kan çanaklarında sevda pişiriliyor. Bakışlar birazdan bir başka bakacak semaya. Seması birazdan bu şehrin, aşk boşanacak. İklim havada bir kuş çizecek. O kuşun kursağında kızıl çiçekler, aşk serasına kan şelalesiyle varacak. Saçları kesilmiş bir yumruk fırlayacak öteye. Sonra büyükçe yuvarlak bir zinar, bir balyoz gibi beynine inecek. Köstebek, evvelden eştiği çukurdan kaçışacak dünyaya. Ezik beyinli sivricağız elveda edecek tarihe. Tarihe kazıdığı lekeleriyle…
Ayaklar zikir ile ilerliyor şehrin sokaklarında. Kendinden emin ve sağlam… Dirayeti titretiyor meydanları. O meydanlar daha niceye şahit edeceğini bilerek sevinç kaynıyor göğsünde. Mabedin çehresi insan vızıltısında… Şaşkın yüzler var. Mesrur gönüller var. Hırçın kaşlar var. Ve kırık diller ve kırık cesetler… Sonra bir el seçiyor gözler, kalabalıklar arasında… Platform tam tefrişat tevazu yüklü… Gözler yerle bitişik. Boyunlar dökük… Bilekler rıza namına vurmanın muştusuyla, kabzasından kavramış hadidin… Fetih yazıyor tarih. Tarih bir şehrin değil bir halkın, bir halkın yüreğinin fethini haşiye düşüyor kara hatıratının yanı başına. Gözlerde biriken buruk sevinçler tuzlu damlalar sivriltiyorlar sessizce. O damlacık küfeleri, yere varıyorlar alınlarıyla. Keder, uzaktan salasında kıyama duruyor. Hayy bendi, balık kaleye sarmaşıkça bir eda ile sarıyor kendini.
Adam hala ayaktadır. Dudakları rüzgâra karışmaktadır. Miğferi elindedir. Elinde bir gül demeti dilinin. Ezdirilmişler umut rükûundadır. Bağırları müjde küpünde yıllanmaktadır. Mağara yareninin nidasına yarenlerinden birinin sesiyle şahitlik etmektedirler. Yeni bir papirüs edinsin kendine tarihçiler. Öncekileri buruşturup yutsunlar. Zira bu gelen şafaktır. Davul- zurnaları hazır edin, yeni bir tarih yazıyoruz. Pêşeroja yeni bir çivi kazıyoruz. Silin içinizde birikmiş ah dolu şarkıları. Ağıtlar yerine kınalar yakın. Meşaleler yansın böğrünüzde. Bu şafak ezelden damlıyor. Bu kervan ebede akıyor. Ve tutunarak o hiç eskimeyen bestesine ışığın. Bu zafer senfonisi artık sizindir. Alın kazma-kürekleri ellerinize, varın bağ-bahçelere… Sulayın… Hem kırdırılmış aşkınızı hem aşınızı. Çapalayın zulmün saçağında yeşermiş tohumları. Bereleyin iyicene… Geleceğe zozan kokulu hikâyeler ekin. Bahar çiçekleriyle döşeyin dudaklarınızı. Ve artık bu topraklar doğursun Xanileri, Cezerîleri, Feqîleri… Yeniden doğursun beni topraklarınız. Ben ki sizin sazende ruhunuz. Yoheved misali analar, kucaklarında sancısını ateşli bir hararetle eritsin Selahaddin’in… İçinizde aynısından bir Kudüs parlasın. Yine zikrederek arşınlasın ayaklar sokakları. Evler, o erlerin simalarından uzaktan öpücükler edinsin. Çocuklar aşılayın vahiy türküsüyle. Dimağları dolunayın sevdasıyla tutuşsun. Fehmlerini ezdirmeyecek bir şecaat üfleyin göğüslerine. Ayakları sökülmesin yerden onların. Pazıları demirden kalkan olsun kimsesizlik girdabına. Yumrukları elmastan çetin… Gözleri güneş rengini emsin. Kalem verin parmaklarına. Kalemleri dillerinden, dilleri yüreklerinden damıtsın kızgın hakikati. Ellerini kurşunsuz komayın. Mor kelimeden mahrum kılmayın sevdalarını.
Adam durdu. Yârin yareni nefeslendi azıcık. Etrafa aydınlık gözlerini sürdü. Yüzler tutundu bakışlarına. Mahzun, masum ve de memnun yüzler… Tertemiz, daha dalından kokusu alınmamış çiçekler… Laleye namzet adaklar gördü. Derin bir ah aldı. Sonra ‘’vesselam’’ tokmağıyla başını önüne kattı. Sonra günler günlere eklendi. Aylar aylarla oynaştı. Yıllar yılları kovaladı. Ve derken asırlar su gibi geçti, gitti. Günler evirildi. Bir o yana, bir bu yana çevrildi. Gâh hüzün kulübesi yangına verdi kendini. Gâh sevincin ve umudun tufanı önüne verdi her şeyi. Ama değişmeyen bir hakikat sallandı durdu boşlukta: Hak ve Batıl hiç durmadan kılıç salladı. Bazen içerde bazen dışarda nüksetti bu hakikat. En yamanını içerde yeşertti. İç, dışa şükrettirdi yarenleri. Bu cedel nicelerini bedel etti ömre. Kulların amansız kavgası kölelerle hiç bitmedi. Köleler ne çirkin şeyler serdediyorlardı öyle. Göklerden her dem bir gürültü daha kopuyordu. Said bir milletin özgürlüğüydü bingehlerde inleme notaları deren. Taşlar yansıyordu pencerelerine derelerin. Zindan hatıraları vuruyordu sedasını hafızalara. Hücre diplerinden yükselen ekşili ağrılar, çığlığa duruyordu günde beş vakit. Kırbacın aşkıyla dövüldü bedenler. Nice baş, nice başak koynuna düştü yarık tarlasına ölümün. Ölüm, hayata kalktı yattığı yerden. Hayat tüketti soluğunda. Her karanlığın ipine bir ziya şahlattı. Her urganın yağını boynunda hissetti cellat. Her kabrin uykusu kurşun tadında aktı burnuna kırbaçlının. Her yanda bir ölüm kuyusu açtı güneş. İçine çekti sinsi satırları. Korkusu hiç bitmedi, titremesi hiç geçmedi ve geçmeyecek her zalimin ensesinden yılanlı çukurun. Ve de elinde kan kırmızısı çiçekleriyle dolunayı koynuna gömen şamar kızların… O, tırnaklarıyla şehadet toplayan serçelerin kahrı, hiç dinmeyecek hainin yüreğinden. Neye üflenecek günü yeniden yaşayacak Amed… Kelhaamed ile yeniden Amed’in semasında yitip gidecek civanlar. Sermila tutacak âşıklar meydanlarında. Yasinler kanatlanacak sokaklarında. Göğe gözler değecek derinden ahlar ile. Sonra saçağına ğöşler konacak sevdaların. Rahmet yağacak tekrar. Bu hikâye elbet burada bitmeyecek. Ardına virgüller doluşacak. Kısacık bir soluk yırtacak anın bağrını. Noktasız bir nehir, bahr olup taşacak. Ritmi her dem devam edecek amansız meşalenin…
SÖZ&KALEM NİSAN SAYISINDAN-2015