Hiç kimse farketmez nereye gidiyor yürüdüğü yollar. Her yol bir amaca ulaştırabilirmiş gibi sanki. Kimiz biz? Aynadaki yüz çok tanıdık geliyor. Bir yerden tanıyormuşsun gibi ama bir türlü hatırlayamadığın o çıldırtıcı his… Kanal ayarları bozuk bir televizyon gibi. Deli gibi basıyorum tuşlara büyük bir cızırtı, belli belirsiz yüzler… Kahretsin seçilmiyor! Oralarda birisi var ama kim? Bir gidip bir geliyor görüntü. Uzun bir zincirin ucuna bağlanmış duvar saati gözbebeklerimi huzura kavuşturuyor. Hatırla diyor bir ses. Yumuşak ama hükmedici. Bir zamanlar olduğum kişi büyük bir cızırtıyla beliriyor aniden ve hemen yok oluyor. Sonra aniden balonlar uçuşuyor rengarenk ama en çok mor…
Mor seviyor bu kişi. Evet o benim işte. Etekleri uçuşan bir kız çocuğu bana dönüyor. Kahkahları çınlıyor, diz kapakları kanadığı halde. Umrunda değil hiç bir acı. Sadece koşuyor saçları zıplıyor, yaraları kabuk bağlıyor. Düşündükçe kayboluyor insan. Bir zamanlar kim olduğumuzu bilmek bugünkü durumunu ne kadar etkiler bilemiyorum, ama en çok olmak istediğinle dönüştüğün şey arasındaki farkı bilmek, işte bu! Bunu bilebilmek insanı ayıltıp kendine getirebilir. Onca hayatı içip hem de aç karınla daha sonra kendini kaybetmiş bizlere birer soda limon gerekli. Ya da yüzümüze tüm gerçekliğiyle çarpıp ruhumuzda yankılanacak buz gibi su gerekli.
Bir ben gerekli bana, dünümden henüz dönmüş, yarınım için yola çıkmaya hevesli, bugünümde yaşayan…
Ölü gözler var yüzünüzde o yüzden büyümüyor gözbebekleriniz.