Onunla en son görüşmesi güzel ve onun için cok özel geçen bir sonbahar akşamındaydı. Yüzünde kocaman bir gülümseme “Hayata şimdi daha iyi bakıyorum çünkü aşk var bu gecemde.” diyordu sanki. Elleri daha bir sıcak, gözleri her zamankinden parlak, yanakları al al olmuş ve dudakları kan kımızıydı. Uzun zamandan sonra bu sabah tekrar karşılaştılar. Onu tanımakta epey zorlandı. Rengi solmuş; o bakımlı, içi heyecan dolu kız gitmiş yerine onbeş yaş yaşlanmış biri gelmiş… Göz altında kibirini, hasretini, acılarını, göz yaşlarını ve aşkını sakladığı çukurlar oluşmuş ve üzerini mor bir perde ile kapamış sanki. Saçı başı dağılmış tıpkı hayatı gibi! Belli ki bir şeyler olmuş, kötü şeyler… Yorulduğu için yaşadığı her şeye karşı bir çaresizlik vardı o birkaç ay önce parıldayan güzel gözlerinde. Yanaklarındaki utangaçlığının belirtisi olan allık gitmiş, alnında kırışıklıklar oluşmuş. Dudakları sanki hiç kırmızı olmamışçasına kuru, çatlak ve susadığına muhtaç… Teni buz gibiydi, uzun zamandır ısınmıyormuş gibi… Kayıp giden bir şeyleri olmuş belliydi. Ona bir “Merhaba” bile diyemedi. Uzun uzun seyretti, anlamaya çalıştı ne olduğunu, soramadı da ama biraz daha seyrettikten sonra “Aşk tek kişilikmiş, sevdiğin zaman elinden kayıp giden, yaşadığınla kaldığın küçücük ancak bir ömre sığdıramadığın trajediymiş.” diyen o sonbahar hüzünlü gözlerde gördü olanı biteni.
Eğer “Ayna” ya bu sabahta bakmasaydı belkide uzun zaman önce gördüğü heyecanı, çocukluğu nerede ne zaman bıraktığını hatırlayamayacaktı.