Belki aynalı sokağın müdavimleri oluşumuzdandı,
Hastane köşelerinde bir hiç gibi terkedilişi yaşama sebebimiz.
Sorgulamak bir an olsun işimize gelmedi,
Gitmek söz konusu olunca,
ardına kadar açılan kapıların ardından,
baldırı çıplak koşmamaya and içtiğimiz günden beri.
Öyle ya sorgulamak,
hadsiz yere meraklanmanın diğer adı,
Ve haksız yenilgilerin,
kapılar ardındakileri, cereyan niyetiyle,
camı çerçeveyi alaşağı ediş biçimi.
Oysa bir gülünce baharların gelişi sebepti,
vurguna bunca alelade hedef gibi duruşumuz
ve unutmuştuk sonbahar da bir bahardı aslında,
düşünemedik üşütürdü gülüş sandıklarımız,
hatta ruhumuzu sakat bırakırdı çoğu zaman.
Halbuki biz cennet bahçelerine gömülü bırakıp çıktık yola,
en hakiki gülüşlerimizi.
Peşi sıra boşa eşeledik öbek öbek, arnavut kaldırımlarını.
Ne de olsa, hangi tufana tutulsak,
göbek bağımızın kesildiği an kadar gelip geçici sanırdık gözyaşlarımızı.
Oysa asıl o an başlardı,
bir hayattan kopup başka bir hayata bağlanışımız.
Sahi bilseydik böyle hayatlar yaşayacağımızı, yine der miydik?
Durun kesmeyin göbek bağımızı!
Yoksa demez miydik?
yine de ister miydik şimdiki hayatlarımız bile olsa nefes almanın tadını bilmeyi?
Peki öyleyse bir seçim hakkımız olsaydı ve yaşamayı seçseydik,
şimdi bunca ölme isteği neden?
İçimizi dürtüp duran bu pişmanlık duygusu neyin nesi durup dururken?
Üstelik okuldan ilk kaçtığım gün bile,
anneme kendi kendimi ispiyon eden bir kız çocuğuydum hani
ve o yalan söylemiş olmanın ağır infazı,
hiç içime sığmadı, sığdırmadım gitti.
Tek bir gün, tek bir güne dönmek istesek bir yalana kurban edilmiş,
verecek cevabım yok.
Nasıl demeli, belki de korku dolu bir yüreğe gururum hiç bir daim fırsat vermedi, fakat insan yalan söylemediği için pişmanlık duyar mıydı?
Duymuştu işte evet bu da olmuştu hemde,
onlarca, yüzlerce, binlerce kez,
durumun vahimiyetini durup bir düşünmeli belki.
Ya da düşünmemeli,
ne zaman düşünsek ilk uğradığımız durak adı, kahrolmak idi,
kahroluşumız ise, en hızlı yayılan hastalık kimi zaman,
içimizi kemiren, varımızı yoğumuzu gitgide yokluğun yerine terkeden.
Yokluk demişken…
…
Neyse, demesek daha iyi ve öyle anlamsız aslına bakarsak,
hem kaç türlü kelime yada kaç çeşit cümle anlatabilirdi ki zaten.
Yokluk adı üstünde olan,
hani ne kadar konuşursan konuş,
o boşluğu anlatacak herhangi bir anlamı olamayan.
Neyse nerede kalmıştık?
Aynalı sokak,
Tabi ya,
kim bilir aynalı sokağın müdavimleri oluşumuzdu belki,
Hiç gibi, yok gibi, yokluk gibi, içimize acılı, sancılı tuzaklar kuran.
Ya da, ya da, ya da,
Susmalara salmalı sırayı,
Hani o boşluğun anlamını hakkını vere vere,
Sadece boşlukla anlatan.
Ve aynalı sokağın müdavimliğine devam etmeli,
Gitmelere de dahil olan yolları bile sorgulamadan.
Lal’Ay
Ayça Yak