Savaşmadan savaşıyorum ya!
Ey namlunun ucunda pür dikkat beklemeden patlamaya hazır mazisiz ve yarınsız aciz barut…
Kulaklarını tıkayacak bir ateş yok, o yüzden beni işitmemek için pamuk aramaya da yoktur hacet…
Telsiz sesimle geliyorum sana, tınısı sana olur azamet, elinde ne hikmet, ne nimet ne de bir minnet dolayısıyla çok gaddar’sın, yine de bilirsin yürürüm sana edamın tınısına bir adım yaklaşmış isen şayet…
Menzilin bana olsa da mapus, gez-göz-arpacık odağında yatan beynim ve sonrasında da yokluğum varlığına vereceği rahatlık çiçeği sadece bir kaktüs…
Bir deliğe sıkışmış duramıyorsun, binilmiş ve binmiş yolculukta kalabalıksın, hürüm demen için çevre kirliliğine sebep sesin küstah, duman çıkaracak kadar kızgın ve ardından bir cana kıyacak kadar zalim olmalısın…
Senin hürriyetin mahkumluğundan daha bir değersiz, cansız ve ucuz, velev müebbetin değerli, canlı ve pahalı…
Nedir senin hayalin peşinden koştuğun bu özgürlükle, ne almak ve neyi vermek istersin kendisine, kendisi senden mevsimlerce kaçmaya çalıştıkça senin onu senelerce kovaladığın yorgunluğunun dinlenmesi nedir?
Bunların hepsini bir şarkı gibi notalarıyla oku bana ey özgürlüğü için can alan, canını da veren küften kaçan ödlek barut…
Neyse ki namlunun vadisinden tahliye olmadan tanyeri sedasında kendisini işitmek na-mümkün…
Çılgın bir cesarette sesimin en güçlü nidasıyla konuşuyorum sana ey bakire ürkek barut…
Özgürlüğün, bir özgürlükte kendisiyle birlikte kendini ilelebet cansız duruşa mahkum bırakıyor; oldukça garip, destursuz sıcacık bedene ateş aleviyle barınmaya misafir olursun ve akabinde, sıcak vücutta soğur, soğutursun, hayatı boz kestirirsin…
Bilmeni isterim ey kendini bir halt zanneden can kabuğunu delip-geçmeye meraklı barut…
Sana geliyorum demiştim, evet, ancak ben sana gelebilirim sen bana gele-bilemezsin…
Senin özgürlüğün, senin bana gelme hürriyetini özgür irademle müsaade eden niyetimde saklı ve icraatı da sana benzer çıldırış’ta parmaklarımın ucunda toplanmış…
Tetik bana mahkum, ben tetiğe esir, namlu ikimize köle ve üçümüzü kendine çalışan bilen sen üçümüze hizmetkar…
Sonsuz özgürlüğe gitme aşkıyla ben ve anlık tahliye hayalinde sen, ikimiz hürriyet alevinde yanar dağ-kaya gibiyiz, bu alevleri söndürmeye çiftleş yar olalım, koklaş olalım…
Evet, nihayetinde yerdeyiz, sen kokuyorum ey kokuşmuş barut, artık bakire değil, ölüsün sen de benim gibi…
Sınırsız ve sonsuz tahliyede barut parfüm kokusuyla sana geliyorum ey ebedi hürriyetim.
-Gürsel Özkır