Zaten hep öyleydi..
Gönlü hep ulaşılmaz bahar kelebekleriydi..
Çerçeveletip duvarina asamayacağın kadar ulaşılmaz..
Gün ışığı tenine değerdi..
Gözlerin tenine değerdi, ama kolların yetişmezdi dokunmaya..
Sevmelik bir ömre göre ne kısaydı kolların..
Gözlerin neden bakardı..
Gönlün neden kayardı..
Fikrin neden sığmazdı..
Her güzel şey gibi sevdiklerinde bitiyor..
En erken sevdiklerin gidiyor..
En erken…
Ve ne gidenle gidebiliyorsun,
Ne de kal diyebiliyorsun..
Dönüp kalbine ne zaman siteme kalkışsan,
Onun dudağı titrer haliyle bakışıyorsun..
Sana ebedi bir hayatı ispatlarcasına,
Yaradana iman edercesine sevmeyi öğretiyor..
İsyanlarını bastırıyor, öfkeni manasızlaştırıyor..
Kalbinin o, sevdiklerine vuslatı cennete ısmarlayıp,
Sevmeye, hasrete sevdalanmış hali, sana sevmeyi öğretiyor..
Sana, vefasız şeytanın oyunlarına kanmadan, verdiğin sözlerin efendi duruşuna yakışırcasına ebedi sevmeyi öğretiyor..
Ve sen, belki de ömrünün en kıymet verdiğin şeylerini, sevmelerini…
İnsanların anlayışsız nazarlarından ve şeytanın vefasızca oyunlarından saklıyorsun..
En derinine, kapısı uzun zamanlarca aralanmamış özeline..
Taşkınlıklarına set olmayı, dalgalanmalarına liman, gözyaşlarına göl olmayı gönlünün…
Bu karaltılı dünyada kendince en safiyane hareket sayıyorsun, sanıyorsun..
Sevdiklerin karşına çıktığı vakit…
Gönlünde sakladıkların, dizlerindeki dermanı kovalasada odanın sana uzak olan köşesine..
Ne yaparsın, Allah seni sever, yazar, dudakları kalbi titrer fıtratlı, kaderli yaratmış..
En tatlı sevmekli, en tatlı titremekli…