Annem, babam ve erkek kardeşim başımda toplanmış neredeyse dövünürcesine ağlıyorlar. Onlara seslenip iyi olduğumu söylemek istiyorum, içimden konuşuyorum da beni duymuyorlar mı? Hem ne oldu ki bana, bu serzenişleri ne? Şimdi onlarla birlikte bütün bir halk başımıza toplandı. Neler olduğunu çözmek telaşındayım.
‘Anne, beni duymuyor musun, anne! Neler oluyor?’
Annem sağ elini alnına götürmüş, ‘Bizim yüzümüzden, benim yüzümden!’ diyerek hıçkırıklarla ağlıyor.
‘Ne sizin yüzünüzden, anne ben iyiyim, ben çok iyiyim. Neler oluyor?’
Sesimi bir türlü ulaştıramıyorum onlara, sesimi duyuramıyorum. Babam çömelip yüzüme dokunuyor, birden ambulansın yaklaşmakta olduğunu duyuyorum. Erkek kardeşim ege kaldırımda oturmuş, bana bakmaya çekiniyor adeta. Ben herkesin sevgilisi, çocukluğu bir peri masalında geçmekte olan Sema şimdi sevdiklerimin gözyaşlarının sebebi oluyorum. Peki ama neden?
Babamın ellerine dokunmak istiyorum, dokunamıyorum, babamın ellerine dokunamazken bir şeyi daha fark ediyorum. Sağlık ekipleri başımda beklediklerinde ve aileme artık yapılacak hiçbir şeyin olmadığını söylediklerinde anlıyorum. Ben bir ölüyüm, ben öldüm. 18 yaşıma iki gün kalmıştı hâlbuki. 18 yaşım için ne hayallerim vardı, peki ama nasıl, neden öldüm?
Sahi, öldüm mü? Genç yaşımın tuzu bile kurumamış güzelliğinden payımı alamadan gittim mi bu dünyadan? Göçmen kuşlarla yarışır gibi göçtüm mü ben de? Göçtüm ya elbet, göçmüşüm…
En son yediğim yemek neydi, en son kime sarıldım, üniversite sınavına girmiştim, kazanmış mıydım? Göçeli henüz dakikalar olmasına rağmen fani dünyanın faniliğini, kendime dair, yaşamıma dair her şeyi unuttum mu? Daha annemlere onları çok sevdiğimi söyleyecektim, yoksa söyledim mi?
Şimdi her şey gitgide kararıyor, yazdan kalma bir hava vardı oysaki, artık bana ne fayda? Buradan nereye gideceğim ben? Yolum neresi, peki neden hâlâ konuşabiliyorum?
Zaman kavramım işlemez oldu, şimdi toprak atıyorlar üstüme. Ağzıma girer mi diye panik yaşıyorum, ağzıma girse ne olur ki, boğulur muyum? Ben zaten bir ölüyüm.
‘Yazık oldu kıza, pek de gençti, pek de güzeldi. Ah ah… Başınız sağ olsun komşum’
Bu komşumuz Hayriye Teyze’nin sesi. Beni pek bir severdi, uslanmaz oğlu Faruk’la az didişmemiştik hani.
‘Benim yüzümden, bizim yüzümüzden Hayriye’
‘Deme öyle, deme. Bir kader bu’
‘Nesi kader? Hakan’la ayrılacağımızı söylemeseydim çocuğum böyle bir illete bulaşmayacaktı. Çocuğum bizim yüzümüzden…’
Annem sözlerine devam edemeyip hıçkırmaya devam ediyor.
‘Ah ah… Bu gencecik çocukları bu batağa sokakların ahrette iki yakasındadır ellerim.’
Erkek kardeşim Ege ‘Abla’ diyerek toprağıma sarılıp ağlamaya başlıyor, her zaman böyleydi Ege, duygularını bastırır en sonunda patlak verirdi canım kardeşim.
‘Ağlama Ege, bir gün aynı yerde buluşacağız’ demek istiyorum. Aynı yer, peki ben nereye gideceğim, benim yerim neresi?
Gözlerimi bağlamış gibiler, o derece karanlık. Topraktan gelip tekrar ona döneceğimiz gerçeğinin canlı örneklerinden biri oldum genç yaşımda. Sanırım artık konuşmayı bırakıp kendimi ölümün hüzün dolu kollarına bıraksam iyi olacak. Uyumayı hep sevmişimdir, ölüm bir uyku hâli midir, hiç mi uyanmayacağız?
Din Kültürü derslerimizi kaynatmaktan sınavıma hazırlanamamış bir öğrenci durumundayım şimdi. Din Kültürüm pek bir zayıftı, iyi olsaydı bilgilerim, bu cinayeti işler, kendimi öldürür müydüm?
Ne dedim ben? Ya da bir başkası mı fısıldadı bunu kulağıma? İyi de, toprağın altındayım, yanımda kimse yok, kim konuşabilir ki benden başka?
Bu bir itiraf mıydı, geç gelen bir hatırlama mı? Ben mi öldürdüm kendimi, her şey nasıl başladı peki? Biz çok iyi geçinen bir aileydik, hangi arada olaylar buralara kadar geldi?
En iyisi gözlerimi kapatmak… İyi de gözlerim zaten kapalı ya, hay Allah! Her ölü benim gibi böyle konuşuyor mudur kendisiyle?
Her şey çok güzeldi oysa. Biz bir araya gelmeden, ailecek toplanmadan kahvaltı bile yapmazdık. Annemle babam birbirlerine deliler gibi âşık olarak evlenmişlerdi, Ege benden altı yaş küçüktü. Maddi durumumuz da gayet iyiydi, orta hâlli bile denmezdi. Kolej eğitimi almıştım. Çok iyi derecede İngilizcem vardı, geleceğim için planlarım arasında Amerika’ya yerleşmek bile vardı. Peki ne oldu da İstanbul’un denize dahi bakmayan sokağında kendimi yerde buldum, ne oldu da öldüm?
Ne olduğunu hatırlamaya başlıyorum ya… Hatırlıyorum tabii hazin serüvenimi.
‘Sema, kızım…’
‘Efendim anne?’
‘Gel bakalım buraya, seninle konuşacaklarımız var.’
‘Okula geç kalıyorum anne, çok önemli bir sınavım var.’
‘Lütfen kızım, birkaç dakikanı alır sadece. Çok önemli…’
‘Allah Allah, nedir bu kadar önemli olan? Peki sizi dinliyorum. Ne oldu anne, baba?’
Babamın başı önünde, soruma cevap veremiyor. Hâlbuki hiçbir sabah öpmeden beni, okula göndermezdi. Sessizliği annem bozuyor.
‘Sema, biz… Biz babanla ayrılmaya karar verdik’
‘Ne?’
‘Duydun işte. Ayrılmak istiyoruz.’
‘Peki ama neden? Bu şimdi mi söylenir anne? Siz birbirinizi çok seviyorsunuz. Seviyorsunuz hâlâ, seviyorsunuz, öyle değil mi?’
Babam başını kaldırıp gözleri dolarak gözlerime bakıyor.
‘Anne! Bir şey söylesene’
Babam daha fazla dayanamayarak araya giriyor.
‘Sema, kızım… Annenin… Annenin başka biriyle bir ilişkisi var.’
‘Ne?! Siz neler söylüyorsunuz, şaka mı bütün bunlar? Şakaysa hiç hoş değil. Benim bir sınavım var bugün, yaptığınız iş mi sizin? Ben gidiyorum.’
‘Kızım, kızım dur…’
Öfkemi daha fazla kontrol edemeyip kapıyı çarpıp çıkıyorum. Sınavım vardı benim, Füsun Hoca’nın dersi Edebiyat… Edebiyatım her zaman çok iyiydi benim, şimdi ise Edebiyat’a dair bütün bildiklerimi unutmuş gibiyim. Bu hâlde okula gidemem, annemle babam çıldırmış olmalılar. Böyle bir durumda, böyle bir zamanda böyle bir şaka yapılır mı? Evet, bütün bunlar birer şaka. Yoksa biricik kızlarını üzmek isterler mi? Peki şakaysa neden okula gitmek içimden gelmiyor? Bütün bir günü aylak aylak geçirmek daha çok hoşuma gidiyor. Akşam eve döndüğümde annem beni adeta bağrına basmak istiyor.
‘Çekil! Dokunma bana!’
‘Sema… Kızım, gel aklıselim bir şekilde konuşalım. Bugün okula gitmemişsin’
‘Şaka gibi ya! Söylediği şeye bak. Neden acaba, neden gitmedim okula?’
‘Çekil. Odama çıkıyorum ben, yemek yemeyeceğim.’
‘Sema… Lütfen, dinle beni.’
‘Neyini dinleyeyim senin ya? Sabahın köründe, en mühim sınavımın olduğu bir zamanda şaka gibi kalkmış bana babamdan ayrılmak istediğini söylüyorsun. Üstelik nedeni ise bir başka adam! Ben bunun neyini dinleyeyim, sen beni saf mı sandın?’
Odama çıkıp kapıyı da annemin suratına kapatıp yatağımda hıçkırıklarla ağlıyorum. En son ne zaman ağlamıştım? Çok zaman olmuştu, en sevdiğim oyuncağı kardeşim Ege kırdığında ağlamıştım sanırım. Çok zaman geçmiş üstünden, o zaman oyuncağım kırıldı diye ağlamıştım, şimdi kalbimdeki kırıklık o oyuncağın yanında çok şey mi, yoksa ikisinin de sızlattığı yer aynı mı? Günlerce yataktan çıkmamak isteği sarıyor, sonra evde kalırsam daha çok delireceğimi düşünerek kendimi sokaklara vuruyorum. Hiç takılmadığım okul arkadaşlarımla takılıyor, saatin kaç olduğunu bilemediğim zamanlarda eve dönüyor ve bana hesap sormalarına bile izin vermeden hemen odama kapanıyorum.
Günler böylece geçiyor, okulu asmaktan edinmiş olduğum devamsızlıkları mazur görmeleri için annemle babam okul yönetimiyle konuşuyor. Durumumun kritik olduğunu ve bu durumda bana yardımcı olmalarını rica ediyorlar. Rehber Öğretmenimiz Suna okula gittiğim sürelerde neredeyse gün boyu benimle ilgileniyor.
‘Bak Sema’cığım, durumunun zor olduğunu biliyorum. Böyle bir durum tabii ki de aşılması zor bir durum, ama sen akıllı bir kızsın. Biliyorum, annene çok kızıyorsun şimdi, yaşadığın bütün zorlukların onun eseri olduğunu düşünüyorsun, kendi çapında haklı olabilirsin ama annenle baban bu sürece gelinceye kadar neler yaşamışlar bu konu hakkında en ufak bir fikrin dahi yok. Belki annen de çok zor zamanlardan geçmiştir, belki babanla çok uzun süreden beridir sizin fark etmediğiniz ayrımlar, farklılıklar söz konusu olmaya başlamıştır.’
‘Ama onlar birbirlerini çok seviyorlardı hocam. Bu nasıl olur?’
‘Sana açık bir örnek sunmak istiyorum. Bu güne kadar edinmiş olduğun arkadaşların, dostlarının arasından sevginin bittiği ve artık eskisi gibi sevemeyip güvenemediğin arkadaşların, dostların olmadı mı hiç?’
‘Oldu tabii.’
‘Bak işte! Kilit nokta burası… Annen için de bu geçerli. Babanı eskisi gibi sevmiyor, güvenemiyor olabilir, aralarında geçenleri bilmiyorsun, birlikte olduğu adamın annene yakınlığını, annenin duygularının değişmesini, kısacası hiçbir şeyi bilmiyorsun. Sen olayın sadece bana bunu nasıl yapar kısmındasın’
‘Tamam hocam, siz annemi haklı görmekte ısrarcısınız. Ben daha fazla bu konuşmaya devam edemeyeceğim, izninizle.’
‘Sema! Dur kızım, lütfen. Bak, haftaya üniversite sınavı var. Sen tanıdığım kadarıyla çok başarılı, çok akıllı bir öğrencisin. Yaşadıklarının eğitimini mahvetmesine sakın ama sakın izin verme.’
‘İyi günler hocam.’
Okul koridorundan koşarak uzaklaşırken okulumuzun zıpır öğrencileri Murat, Deniz, Fırat ve Gizem beni yakalıyorlar. Murat kolumdan tutup beni durduruyor.
‘Dur bakalım güzel kız! Sakin ol, nereye böyle?’
‘Sanane be! Çekil önümden’
‘Sakin ol bir, atarlanma’
Gizem bana bakıp kıkırdayınca bir tokat atma isteği duyuyorum içimde.
‘Şşşt… Ağır ol bakalım kızım, seni burada paralarım şimdi’
‘Tamam gizo, sakin ol. Sema, sen de bir sakinleş. Haydi gelin çıkalım bu okuldan, afakanlar bastı zaten.’
Daha önce hiçbir koşulda bir araya gelmeyeceğim insanlarla bir aradayım şimdi, bundan bir ay önce bana bu serserilerle bir araya geleceğimi söyleselerdi hiç inanmazdım. Fırat, okula başladığımız ilk günden beri benden hoşlanıyordu zaten. Bu fırsatı kaçıracağını hiç sanmıyorum.
‘Yeşil gözlerine kurban be!’
‘Çekil be, ağzımın içine kadar girdin. Manyak mısın? Çekil, suratına yapıştırmayayım şimdi.’
‘Yahu, bu kız pek bir atarlı olmuş. Ama çok da güzel olmuş.’
Daha önce hiç gelmediğim bir kafeye giriyoruz.
‘Ne içersin güzellik?’
‘Kola’
Ben kola der demez kahkahalarla gülmeye başlıyorlar.
‘Ne o, çok mu komik?’
‘Kızım amma da bebeymişsin sen. Kola ne ya?’
‘Hüso, getir bakayım yengene bir bira’
‘Ne yengesi be?’
‘Aa yapma ama güzelim. Bırak bu atarlı hâlleri’
‘Bana bak Fırat, biraz daha sokulursan elimden bir kaza çıkacak. Çekil şöyle kenara, hem ben hayatımda hiç içki içmedim.’
‘Tamam işte, ne güzel kızım, her şeyin bir ilki var.’diyor Gizem.
Biralarımız geldiğinde önce tereddütle, sonra onlara daha fazla rezil olmamak duygusuyla bir dikişte kafama çekiyorum.
‘Hop, hop dur kızım. Bu su değil, alışkın değilsin. Çarpar adamı’
‘Sanane, çarparsa beni çarpar, seni ne ilgilendirir?’ diyerek kahkahalarla gülüyorum.
‘Eyvah! Uçtu bizimki.’
Bir bira, iki bira, üç bira derken iyice kafayı buluyorum ve akşam zor bela beni evime bırakıyorlar.
Annem kapıyı açıp beni sarhoş gördüğünde gözlerine inanamıyor.
‘Sema, kızım… Hay Allah! İçtin mi sen?’
‘İçtim, ne olacak? İçemez miyim, senin gibi evliyken başka bir adamla birlikte olmaktan iyidir ya’
‘Sus!’
Ben böyle der demez annem tokadı yüzüme yapıştırıyor.
‘Aferin ya, bunu da yaptın sonunda. Aferin, alkış, tebrikler, bravo’
‘Kızım, özür dilerim, Sema…’
Banyoya koşup daha fazla dayanamayarak istifra ediyorum. Sabah uyandığımda bir daha asla içmeyecek olma yeminim en fazla altı gün sürüyor. Üniversite sınavının da hezimetine uğrayarak hayatımın beyaz yanının da kalmadığını düşünerek sadece siyah yanını görmeye başlıyorum. İki gün sonra doğum günümmüş. 18. Yaş günüm. 18. Yaş günümle ilgili ne hayallerim vardı oysa, Fırat’larla takılmaya devam ediyorum ve sınavdan sonra kafaları dağıtmak için her zamanki yerimize gidiyoruz.
‘Bütün hayallerim suya düştü, sınava annem de babam da gelmedi, çünkü neden? Ben istemedim. Çünkü neden? Annem hiç tanımadığım bir adam için babamdan boşanıyor. Çünkü neden annem tam bir…’
‘Şşşt, kızım ağır ol bir. Sakin ol’
‘Bende Sema’yı çok daha rahatlatacak bir şey var. Acayip kendine geleceksin Sema.’
‘Neymiş o?’
‘Kızım bağırma, bir sessiz ol. Duyacaklar şimdi’
‘Fırat! Kızdırma beni, ne o elindeki?’
‘Bonzai’
‘Ne?’
‘Çok rahatlayacaksın, inanılmaz. Her şeyi unutturacak sana. Dert, tasa, hiçbir şey kalmayacak.’
‘Fırat, oğlum, saçmalama. Kız şimdi iki birayı devirdi. Bunu da içerse…’
‘Murat, bir şey olmaz. Bana güvenin oğlum.’
‘Ver ver, bir şey olmaz. İçmek istiyorum, her şeyi unutmak istiyorum.’
Ölümcül bir diyet sanki yaşadıklarım, yer ayağımın altından kayıyor gibi, karşımda çocukluğumu, Ege’yi, mutluluk pozları sergileyen annemle babamı görüyorum. Hiçbir şey söylemeden öylece bırakıyorum arkadaşlarımı oldukları yerde.
‘Fırat, oğlum, bu kız iyi değil. Bir hastaneye mi götürsek?’
‘Bence tüyelim, haydi, hemen.’
Uzaktan sesler duyuyorum ama yanıt verecek kadar kendimde değilim.
Merdivenler var çıktığım, çocukluğumda hep hayal etmiştim damda uyumayı, peki şimdi neden çıktım? Aşağıda annemle babam el ele tutuşmuş bana bakıyor ve ‘Kandırdık seni, kandırdık! Biz birbirimizi hâlâ ilk günkü gibi çok seviyoruz’ diyorlar. Ege dans ediyor, yanlarına gidip bana bunu neden yaptıklarını sormak istiyorum.
‘Bekleyin bekleyin, geliyorum. Göstereceğim size benimle alay etmek neymiş?’
Yanlarına koşuyorum, onlara sarılmak telaşıyla koşuyorum. Müthiş bir ses duyuyorum, annemin mi desem, babamın mı desem? Siyah laguna arabanın camı kırılıyor, ayağımda ise müthiş bir sancı; sanki kopuyor. Peki bu burnumdan akan ne, kan mı?
Kan tutardı beni çocukken, şimdi kendi kanımda mı boğuluyorum?
Toprak giriyor sanki ağzıma, bütün bunlar böyle mi başladı? Ben intihar mı ettim, ben kendimi mi öldürdüm? Ben bunu yapacak insan değildim, keşke dönebilsem geçmişe; yaşamak güzeldi be, yaşamak çok güzeldi. Ben içki bile içmezdim oysaki, sigara bile koymuşluğum yoktu ağzıma. Fırat ne oldu, Murat, peki ya diğerleri? Bana yaptıklarının cezasını ödemediler mi? Aslında onlar hiçbir şey yapmadılar bana, bu yola girmeyi seçen bendim. İki gün sonra 18 olacaktım, dönsem dünyaya, 18. Yaş günümü kutlasam, hep görmek istemiştim o günü, söz veriyorum bundan sonra yalnızca su koyarım ağzıma. Annemle babam boşanmaktan vaz mı geçtiler acaba? Belki de hepsi birer şakaydı. Bir bonzai mi yaptı bana bütün bunları? Haberlerde duyardım hep, gerçekten böyle mi oluyormuş insan?
Peki şimdi nereye gideceğim ben? Cehennem ateşi mi saracak beni? Ege… Kardeşim de bu kötü yola girerse? Bundan sonra konuştuğum tek şey bu toprak mı olacak? Sesler duyuyorum, cenaze namazım kılınıyor, bonzai’nin felakete uğrattığı bir genç daha diyorlar benim için. Üniversite sınavını kazanacak mıyım acaba? Bir daha dönsem, yeniden hayata sarılsam, ailemin bir arada olmayışını bile takmam; onları görmek, seslerini duymak yeter bana, çünkü yaşamak her şeye rağmen güzel. Kaybettikten sonra anlıyoruz elimizde olanların kıymetlerini, ben yaşamı kaybettim. Daha 18’i bile doldurmamıştım hâlbuki, gidebilseydim tekrardan hayata, yalnızca su içerdim. Ağzıma kola bile koymazdım, yalnızca su içerdim. Dönebilseydim keşke, insan neden intihar eder ki? Ölüm yaşamdan çok mu tatlı? Korkuyorum, burası çok karanlık. Daha Ege’ye ders çalıştıracak, onu üniversite sınavına hazırlayacaktım. Daha annemle babama onları çok sevdiğimi söyleyecektim, daha âşık olacaktım ben; önce hayata, sonra kendime, sonra bir başka insana… Daha çok sevilecektim ben, gelinlik giyecektim; kefen yerine…
Dilâra AKSOY