Bir gecelik kaçamak, dedi içinden. Bir gecelik kaçamak. Sadece bu kadar. Içi kıpır kıpırdı ama fazla bir şey beklememesi gerektiğini biliyordu o geceden. Hem sonra deneyimlerinden öğrenmişti ki beklentileri düşük tutmak her durumdan keyif almanın en iyi yoluydu. Böylece ne kadar küçük de olsa her güzel şey onu mutlu etmeye yetebilecekti. Beklentilerini düşük tut, dedi kendine..
O gece için özenerek hazırlanmıştı. Jim morrison’ın kadın versiyonu gibiydi. Daracık siyah deri kotunu ve beyaz korsan modeli gömleğini giymişti. Kıvırcık saçlarını olabildiğince şekillendirmeye çalıştı, siyah ceketini giydi ve aynaya son kez baktı. Aynada gözlerine bakan kız kendisi miydi? O bu kadar cesur, bu kadar cüretkar bir kız mıydı? Daha da önemlisi büyük mutluluklar bulur muydu onu? Hala bilemiyordu bunun cevabını, pek bir umut taşımıyordu içinde ama onu tanımaya başladığından beri hayaller kurmaya başlamıştı, gerçekleşeceğine yine de inanmadığı hayaller.. önceki sorulara gelirse, evet aynadaki kız kendisiydi. Hayatı kovalamaya gidiyordu bu gece, ve ne kadar gergin olsada bu geceyi yaşaması gerektiğini biliyordu. Bu gece yaşayacağı iyi veya kötü her şey anı olarak kalacaktı zihninde, anılar biriktiriyordu gelecekte yaşayacağı muhtemel sakin ve monoton hayatı için..
Çantasını omzuna taktı arkadaşlarına veda etti ve sokağa çıktı. Sokaklar her zamanki gibi ıslaktı. Gündüz ara ara yağmur yağmıştı. Daha bir buçuk haftadır ingilteredeydi ama ingilterenin ıslaklığına, şehir griliğine ve her daim süren soğukluğuna, rüzgarlarına alışmıştı. O gece yine çok keskin bir soğuk vardı, tren istasyonuna doğru aceleyle yürürken rüzgarda savrulan atkısını boynuna tekrar doladı ve paltosuna iyice sarıldı. Bir Cumartesi gecesi saat sekiz sularıydı, etrafda şimdiden sarhoş olmuş ve olma planlarında aylak aylak dolaşan genç üniversiteliler vardı. Onlara rastlamamak için karşı kaldırıma geçti ve daha da hızlı yürümeye başladı. On beş dakikalık bir yürüyüşten sonra tren istasyonuna vardı. Bu yanlız yapacağı ilk tren yolculuğuydu. Daha önce bir iki kez arkadaşlarıyla trene binmişti ama bu deneyim onun için hala yeniydi ve yanlız olduğundan dolayı biraz endişeliydi. Saati kontrol etti. Trene yetişmek için yaklaşık iki dakikası kalmıştı, bu treni kaçırırsa bir sonraki trene binmek zorunda kalacaktı ve o tren aktarmalı olduğu için gideceği yere daha geç varacaktı. Onu bekletmek istemiyordu. Derin bir nefes alıp, umarım bu tren peşinde son koşuşumdur, diyerek trene doğru koşmaya başladı. Neyseki tren hala olduğu yerde durmaktaydı. Bu tek kompartmanlı eski bir trendi. Daha önce hiç bu kadar küçük bir trene binmemişti. Gideceği yer yakın olduğu için böyle olduğunu düşündü. Trenin içi ışıklıydı ve koltuklarda tek tük birileri oturmaktaydı. Samimi bir havası vardı ama onu korkutmuştu biraz. Belki bilmediği bir yere giden yanlız biri olduğundandı bu, belki de olacakları kaldıramayabileceğinden korkuyordu.. içeri girdi ve nereye oturayım diye düşünmeden boş bulduğu ilk koltuğa oturdu. Düşünceler kafasının içinde dönmeye başlamıştı o sıra. Başka bir ülkede onunla yaşadıklarını hatırladı. Daha sıcak, daha güneşli bir iklimde onunla geçirdiği kısa ama içine işleyen anları hatırladı. Güvenmiyordu ona. Içinde hep bir şüphe vardı. Sularının gelgitli olduğunu, durulmadığını, değişken bir yapıya sahip olduğunu biliyordu ve bu gelgitlere uyum sağlayamadığını fark etmekte gecikmemişti. Yine de bu yolculuğa çıkmak istemişti, pişman olacağını bile bile..