Yolu bulmaya çalıştığım her seferinde etrafı deliler ile çevrili bir çıkmaz sokağa varıyorum. Seni ararken, gözlerim gecenin karanlığında dolaşırken, ellerimi kirli duvarlara sürterek yürüyorum. Sesini duyuyorum. Bir şeyler hakkımda konuşuyorsun. ‘Kurşunlar’ diyorsun. Anlam veremiyorum. Önce biraz garipsiyorum ama hemen sonrasında anlıyorum. Ölü kedilerle konuşuyorsun.
‘Kurşunlar.’ diyorsun.
“Sizde kurşun var mı?” diye soruyorsun. Bir süre ağlama sesini işitiyorum.
“Korkuyorum.” diyorsun içten şekilde.
Ağlamayı kes diyorum içimden. Ağlama seni lanet olası. Ağlaman hoşuma gitmiyor. İç çekişlerinden nefret ediyorum. Sonrasında bir kere daha kendimi suçluyorum. Seni bu hale getirenin ben olduğumu biliyorum. Bu öylesine canımı yakıyor ki.
Sonra bende ağlıyorum kör karanlıkta. Duvara tutunarak yere oturuyorum. Düşünüyorum.
“Kurşunlar beynimi delip geçtiğinde acıtır mı?” diyorsun. O an anlıyorum neden kurşun dediğini. Kendini öldürmek istiyorsun. Zaten bana hep ölümden bahsederdin.
Gözlerine ince bir maskara sürerdin. Ağladığında akmasından hoşlanırdın. Sonra hemen silerdin ama bir süre bana bakardın kocaman yeşil gözlerinle. Derdin ki “İntihar acıtır mı?”
Kızardım ilkten sana. Küçük bir kızın intihar etmesini istemezdim. Sonra düşünürdüm ki bu küçük kız bunca acıya dayanamıyor. Böyle düşünmesi normal.
Koşuyorum ve ayağım bir şeye takılıyor. Yere düşüyorum. Kanlar içinde bir beden. Yeşil kocaman gözler ve ölü bir sen.
İşte o an anlıyorum. Sen intihar çoktan etmiştin. Dün gece attığın mesaj geliyor aklıma.
“Belki bir gün bir yerde yeniden görüşebiliriz.”