Benden bana kalan.
İnadına yürümek vardır ya, her şeye inat, sanki önüne dağ çıksa devirecekmişsin gibi; işte öyle bir yürüyüştü o gencin ki. O diyorum çok uzaklarda aramayın ha, biraz benden biraz senden biraz ondan esintiler var.
Kulaklığı takmıştı, hiçbir şey umrunda değilmiş gibi. Bedeni dans ediyordu adeta. Elleri uzaklardan duyulan ritme eşlik ediyor, parmaklarıyla notalara basıyor gibiydi. Yaklaştıkça bunun sesin bir bağlamadan geldiğini anlamak çok zor olmadı. Biraz daha yaklaştıkça bu normal bir türkü değildi. Bu bir deyişti. Evet bu ne bir şarkı ne bir türkü bu bir deyiş. Alevilerin ibadetleri sırasında okunurdu bunlar. Telli kur’an olarak adlandırdıkları, saz ile. Biraz daha sese kulak vermeye çalıştım. “Bir derdim var bin dermana değişmem diyordu” acaba ne demek istemişti? Bir dert’e nasıl bağlanabilirdi insan? Nasıl ona bu derece ilgi duyabilir, onun için bir çok güzellikten vazgeçebilirdi? Yoksa o dert bizim tattığımız, hissettiğimiz ya da şöyle özetleyeyim beş duyumuzla algılayabileceğimiz tüm güzelliklerden daha mı değerli bir şeydi de ona böyle bağlıydı sımsıkı? Yoksa bu, bu bir aşk mıydı? Çoğunun dert olarak algıladığı şey onların aşkı mıydı?
Bir filmde görmüştüm; insanlar gerçekten aşık oluyorlardı. Ne kadar acı çekseler de sevdiğinden vazgeçemiyorlardı. Şimdi ne de zordur böyle aşkları bulmak. Yoksa bu insanlar çoktan bulmuşlar mıydı böyle bir aşkı? Ne kadar da şanslı olmalılar.
Ve yavaşça uzaklaştı benden. Daha doğrusu düşüncelerim benim daha fazla ilerlememe izin vermiyordu. O emin adımlarla yürüyordu yolunda. Belliydi hiçbir şey durduramazdı onu. Sormadım da zaten kimsin nesin diye? Bi önemi de yoktu. Ne için yaşadığı belliydi ve bu çoğu şeyi açıklıyordu. Ve giderek uzaklaştı benden. Ufuk çizgisine varınca görüntüsü, araya giren güneş son demlerini yaşarken yeryüzünde, kollarıyla sardı onu, uzaklaştılar beraber.
Ve ben kalmıştım orada böyle bir aşkı tatmanın umuduyla.