Sevgili günlük…
Sana 2 aydır yazamadım, kusura bakma. İş güç, hayat kavgası derken günlük yazmaya vakit mi kalıyor? Aslına bakarsan itiraf etmem lazım bu sefer durum çok farklı. Bilirsin evde olduğum saatleri BBG evini seyrederek geçirirdim ve o yüzden yazamazdım. Kendi yaptığım saçmalıklardan çok daha fazlasını yapan bu arkadaşları görünce kendime güvenim gelirdi hep, adam gibi hissederdim kendimi. Bir daha yarışma olursa ve ben de dışarıya çıkmış olursam o zaman yarışmaya müracaat etmeye karar verdim. Biliyorsun senelerdir türkücü olmaya niyetim vardı. Katılırsam kısmetim açılır da kaset çıkartırım belki.
Şu fani dünyada konuşup dertleşebileceğim bir sen kaldın be günlük! Sen olmazsan yiyecektim kafayı, yiyordum da zaten. Allah’tan bizim Abdullah Abi var, biliyorsun . Kendisi delikanlılık aleminin kitap yazmış ender şahsiyetlerindendir. “Delikanlılık”üzerine de bir sürü denemeleri vardır. En son “Globalleşen Dünyada Delikanlılık Müessesesinin Durumu” konulu bir kitap üzerinde çalışmaktadır. Diğer kitaplarını sayacak olursak: “Sokak Çocuklarını Delikanlı Alemine Katma Çabaları” , “Neden Delikanlı Olunmaz, Delikanlı Doğulur?” Bir de “Delikanlının Sevdası” isimli şiir kitabı vardır ki bir ara korsan kitap piyasasında bestseller olmuştur.
Neyse Abdullah Abi tavsiye etti seni bana. Yani şöyle dedi kısaca: “Bak koçum. Seni sıkıntılı görüyorum. Derdin varsa söyle. Ama kendine sakladıkların ve içine attıkların varsa sana günlük tutmanı öneririm.”
“O ne ki abi?” dedim.
“Bir defter alacaksın ve ona hergün yaptıklarını anlatacaksın oğlum” dedi O da.
“Tamam abi”dedim, elini öptüm. “Allah senden razı olsun.”
Hemen koştum bir kırtasiyeye. Bizim asker ocağında bir çavuş vardı, Müslüm’dü ismi. O’nun bir defteri vardı o zaman, üzerinde asker resmi olan renkli sayfalı. O zamanlarda çok imrenmiştim O’na. Kimse okumasın diye çok uğraşırdı. Ama bir gün çavuş arkadaşlarından biri yürütmüş defteri. Okumuş bir de bakmış ki bizim delikanlı diye bildiğimiz Müslüm Çavuş’un memlekette erkek sevgilisi varmış. Şerefsiz herif, çavuşluk yapacağım diye burnumuzdan getirirdi, meğer top çıktı. Ondan sonra bir sardık adama “Top Müslüm” aşağı, ”Top Müslüm”yukarı. Rütbesini falan da söktüler. Son üç ayında süründü zavallı.
O zamanlardan bilinçaltıma yerleşmiş (Bu lafı da Abdullah Abi’den öğrendim. İyi oturdu herhalde) günlük tutan erkekler “top” olur diye. Çekindim yıllarca. Sonra düşündüm ki ulan koskoca Abdullah Abi top olacak değil ya? Tövbe tövbe valla, duysa keser beni.
Neyse uzatmayalım mevzuyu, ben de bizim Müslüm Çavuş’unkine benzer bir defteri aldım kırtasiyeden, hem de kimse okumasın diye kilitli olanından. Seni yani lan. O zamandan beri -ki 6 ay oldu – canım ne zaman sıkılsa yazıyorum sana. Allah Abdullah Abi’den razı olsun. Gerçi yazım o kadar kötü ki sonradan yazdıklarımı ben bile okuyamıyorum. Ama olsun. Ne demişti Abdullah Abi?: “Yazarak rahatlayacaksın.”
Aslında delikanlıya rahatlamak için biraz kavga, biraz küfür ve kafi miktarda alkol yeter ama günlük tutmak ta lazım. Hem keçi sakal bırakıp ta entel de olmayacağımıza göre ne anlamı var yazdıklarımın okunuyor olmasının? Okunmasın zaten, herkes bilir sonra Merve Yenge’ne olan hastalığımı.
Merve Yenge’nden bahsetmişken -asıl amacım ondan bahsetmekti bu akşam -dinle bak neler geldi başıma O’nun yüzünden?
Ulan delikanlı adamız, manitamız var diye övünüyoruz. Delikanlı adamın manitası böyle mi olur? Elinde hergün başka bir kitap. En son “Yüzüklerin Efendisi”mi nedir onu okuyormuş. Tutturdu filmine gidelim.
“Yo gitmem.”
“Gidelim”
Kıramadık tabii. Gittik de biliyorsun, bizim okuma yazma kıt. İlkokul beşten sonra okul yok. Film de altyazılı değil mi? Ulan yazıları okuycam diye kendimi paralıyorum olmuyor. Yok büyücüler, hobbitler, elfler… Filmin arasında “Çıkalım”dedim. ”Olmaz, ben bayıldım” demez mi? Haydaaa! Ne yapalım? Katlandık çaresiz. Ama ben ne yaptım? Gıcıklığına uyudum horul horul. Zaten film uzundu, ohhh paşa paşa! Altyazı derdi yok. Anlamadım zaten. Sen “Deliyürek”e gitme ondan sonra “Yüzüklerin Efendisi”ne gel. Ulan orada “Delikanlıların Efendisi” varken “Yüzüklerin Efendisi” ne mi gidilirmiş? Böyle yaparım işte. Sonradan çıkışta surat yaptı. Yok “Ne kadar banal” mişim de “O’nu rezil etmişim” de. “Bana ne kızım!” dedim. “Anlamadık zorla mı?”
Bir karış surat mahalleye kadar geldi. Giderken “baay” dedi yine. İfrit oldum. “Kızım bana bay may deme ya, kaç kez söyleyeceğim?” dedim. Birkaç kere de “çüüz” demeye kalktı kıracaktım kafasını. Ne öyle bay may? Gavur muyuz biz? Efendi gibi “Allahaısmarladık” desene. Ben de “Güle güle” diyeyim. Neyse bir gün tutturdu: “14 Şubat”geliyormuş.
“14 Şubat ne ki?” dedim.
“Sevgililer günü”dedi.
“Haydaa o nerden çıktı?” dedim. Oturdu bana hikayesini anlattı 14 Şubat’ın. “Yok Aziz Valentin diye biri varmış. Çiftleri gizlice nikahlarmış sonra öldürülmüş” falan filan… İyice tepem attı: ”Ulan”dedim” Gavur musun sen Hristiyan adetlerini örnek alıyorsun? Döverim bak.” “Ama artık bu evrensel bir olay” dedi. “Herkes sevgilisine hediye alıyor 14 Şubat’ta. Yaaa…”
“Hediye mi? Bir de hediye mi alacağız şimdi? Var mı ulan delikanlılıkta manitaya hediye? Rezil kepaze oluruz aleme. Ne der sonra millet? Delikanlı Metin manitasına hediye almış, gavur olmuş demezler mi?”
“Ama Metin öyle deme” dedi ve benim yelkenler suya indi. Söylemiştim daha önce. Öyle dudaklarını büküp sesini inceltmiyor mu o esnada eriyip bitiyorum ben. “İyi de güzelim” dedim. “Beni müşkül durumlara sokuyorsun. Oluyor mu böyle?”
“Olur olur. Hem sen bana hiç gül almadın. Bir de biliyorsun 14 Şubat bizim beşinci aydönümümüz.”
“Hayda… Yıldönümü bitti bir de aydönümlerini mi kutlayacağız? İstersen gündönümlerini de kutlayalım. Bırak kızım bunları, ne aydönümü ne gülü?” Hemen masadan kalktı. “Sen bilirsin”dedi. Ya bana Sevgililer Günü’nde gül alırsın ya da ayrılırım senden.”
“Ne dedin sen ne dedin sen?”
“Ayrılırım senden” dedi.
“Ulan sen kim oluyorsun da benden ayrılıyorsun? Delikanlı Metin’i bırakmak kolay mı ulan öyle. Ben terk edilmem, terk ederim kızım!” diye söylenerek kıza bir güzel girişmişim. O sırada gözüm karardı işte. “Yer misin yemez misin?” Hastanelik edene kadar dövmüşüm kızı. Sonra ben tam kendime geleceğim, bir baktım kızın ağabeyiyle kardeşi! Bizim durumu da bilmiyorlar tabii. “Bak abi izah edeyim.” dedim. “Yamuk bir durum vardı.” dedim, dinletemedim. Kardeşi de yerden bitme ufak tefek gözüküyor, meğer ne güçlüymüş kerata! Zıplayıp zıplayıp çaktı yumruğu. Abisi bir yandan, kardeşi bir yandan. Ben arada kum torbası gibiyim. Ufaklık arada mideye de çalışıyor. Beni yarım saat hırpaladılar, Polis gelene kadar… Polis geldiğinde zaten ben bitmişim. Surat dağılmış, gözler kapanmış, kaburgalar haşat. Gitmeden velet falçatayı da saplamamış mı kalçadan? Devamlı kan kaybı olayı.
Ambulans çağırdılar hemen. 24 saat uyanamamışım. Hep sayıklıyormuşum: “Vurma abi, gözünün çapağını yiyeyim vurma. Ocağına düştüm vurma. Sevgililer Günü abi, hediye abi, gül abi…”
2 kaburga kırığı, hafif bir beyin sarsıntısı, kafada derin bir yara, sol omuzda çatlak, sol el bilekten kırık. Gözlerim 15 günde zor açıldı. Hastanede başımda polis nöbet tuttu günlerce, sanki bu halde kaçabileceğim de… Neyse sonra da alıp nezarete attılar beni. Şimdi de bir aydır içerdeyim. Mahkeme gününü bekliyorum anlayacağın. Bakalım ne olacak cezamız?
Ben şikayetçi olamadım dayak olayı yüzünden. Zaten içeriye de haber göndermişler, “Ayı Remzi” diye bir arkadaş var. Arada bir tokatlayıp duruyor beni. Manyağa döndüm valla. Arada Abdullah abi geliyor. Ondan seni rica ettim geçenlerde, getirdi sağ olsun.
Eh işte böyle günlük. Sana 2 aydır yazamamamın sebebi bu. Senin yazarın “Delikanlı Metin” mahpus köşelerinde sürünüyor. Kusura bakma yazmayı kesmek zorundayım. Ayı Remzi bana pis pis bakıyor. Yine ayağa kalktı, buraya doğru geliyor. Vuracak galiba gene.
“Of ya yapma Remzi Abi ya, vurma.”
“O benim günlüğüm abi. Bırak ne olur.”
“Okunmaz abi yazım.”
“Ya abi, insan hiç yazısı okunmuyor diye dövülür mü?”