Güneşin bile uyuşmuş gözleriyle oynadığı vakitte tepeden aşağı inerken zihnimde evde bıraktığım Melek vardı. Onun sıcaklığında olmak vardı şimdi. Geçtiğim yolun sağ tarafındaki ağaçların yaprakları arkaya doğru yatmaktaydı.’’ Mehmet, ne yapıyorsun? Güzel, güzel ben de sahile hadi kolay gelsin. Mehmet! Sütü sağdığında eve göndersene sonra ödeşiriz.’’ Mehmet, eski dostum, okula beraber gittik sonra ben okul bittiğinde köyden ayrıldığımda o yine buradaydı, o hep buradaydı. Benim gibi kafası pek sıkılmıyor onun, ne güzel onun için. Mehmet iyidir, ama içten bilirim beni sevmez, eskiden severdi belki de Melek beni sevdiğinden beri sevemez ki artık. Lanet olsun, yüzüme lanet bir yaprak geldi, kuru sarı lanet bir yaprak hem de çamurlu. Deniz kokusu geliyor , sahile az kaldı yolum, her gün bu yoldayım, her gün… Sıkılıyorum, kurtar beni yukarıdaki sıkılmak istemiyorum ama elimde de değil ki, Melek yine üzülecek ama elden ne gelir. Sahile vardığımda kızgın Aiolos ve dalgalardan yerinde duramayan küçük tekneme zorlanarak bindim. Halatları çözüp motoru çalıştırıp burnuma egzoz kokusu geldiğinde grileşmiş ufka bakıyordum. Bu görüntü ve melek beni burada tutan iki şey, tamam kimseyi kandırmayalım sadece bu görüntü. Doğaya boyun eğip bugün açılmayan balıkçıları içimden korkaklıkta suçlayarak her zamanki av bölgeme doğru rotayı kırdım. Dümeni tutmak zordu ama ben de sana boyun eğecek değilim ya gökyüzü. Böyle anlarda savurduğum etrafındakilerin alıştığı küfürlerimden birini savurarak montumun yakasını buz parçası gibi saldıran sulara karşı boğazıma kadar kaldırdım. Normalde 1 saat süren yolum bugün yoldaşım olan kızgın doğa dolayısıyla 3 saati buldu. Bölgeme geldiğimde her zaman olan diğer 2 balıkçı teknesi bugün yoktular. Korkaklar listesi artıyor. Öğlen olmasına rağmen hava kararmış, ellerim üşümüş vaziyetteydi. Bugün sevilmeyen çocuk olmuştum. Akıllı biri en yakın iskeleye giderdi, ben de akıllı biriydim ama doğadan korkamayacak kadar da kibirliydim. Başlayan yağmurun altında teknem bırak da gideyim çığlıkları atarken hızlanan nabzımı azarlarcasına günlük rutinimi sakin sakin tutturmaya çalışıyordum. Attığım ağı tekne dolusu balıkla çekerken teknem denizle raks ediyordu. Uzun süredir bulutların ardında görünmeyen güneş artık çekip gitmeye karar verdiğinde benim de gitme vaktim gelmişti. Teknemin bir sağı bir solu denizden makas almaya başlamıştı. Çıpayı denizden çıkardım, halatlardan rüzgarın bağırışlarını duyuyordum, tabii karşılığını da alıyordu. Senden korkmuyorum, duyuyor mus… Dudaklarım son heceyi tamamlayamadan teknede savruldum, denizin aç dişlerine sarkmış bedenimi zar zor toplayarak korkmuyor senden, korkmuyorum diye bağırdım titreyerek. Öfkeden kuduruyordum, alnımdaki damarların hepsi şişmişti, yüzüm kızıllaşmıştı, yüzümden akan ter ve deniz suyu kan kızıllığında aşağı iniyorlardı. Dümene geçmek için harekete geçtiğimde tekne son kez rüzgarla savruldu, alabora olmuştum, sırtüstü denize düşmüş batıyordum, ağzımda acı bir tat vardı. Böyle ölemem, beni sen öldüremezsin dedim. Su yüzeyine doğru hamle yaptım, denizden kafamı uzattığımda lanet dalgalardan başka gördüğüm bir şey yoktu. Her zaman mercan resiflerine hayran olan teknem onlara doğru yolculuğa çıkmıştı. Bulutlar, rüzgarla birlikte yol verdiler aya, ölüyorum değil mi ay? Ölüyorum ve yalnızım, kaybolmuşum, nereye gideceğimi söyle ay, nerede kaybolmuş ruhların buluştuğu yer?
Özür dilerim Melek, seni hiç sevmediğim için özür dilerim, sıra sende dünya sıra sende…