Biliyorsunuz, ülkem zor günler geçiriyor. Düşman, dört bir yanımızı içimizdeki vatan hainlerini kendi saflarına katarak, ayaklandırmış; çepeçevre kuşatmış cennet vatanı.
Geçmişten geleceğe ışık saçan bir misafir davet ettim köşeme. Kırmadı kabul etti davetimi.
Onun düşüncesine, önerisine, fikrine; ne kadar ihtiyacımız olduğu gerçeğini hepimiz biliyoruz.
Devlet gemisi, ehliyetsiz kadrolar elinde; dalgalarla boğuşup dururken,
Belki, çarkçı başı nasiplenir öğütlerinden.
Misafirimin kim olduğunu uzun uzun anlatmama hiç ihtiyaç yok!
Zaten siz o eşsiz misafiri, çok yakından tanıyorsunuz, hatta bütün dünya önünde şapka çıkartıyor.
Lafı çok uzatmadan sadede geleyim!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşmanı İzmir’de denize dökmesinin ardından, öğretmenler İstanbul’dan Bursa’ya akın etmişti.
Ata, kalktı Bursa’ya geldi; öğretmenlere bir konuşma yaptı. İşte o konuşmanın tam metni.
Yıl / 27 Ekim 1922
Yer, Bursa şark Tiyatrosu
Buyurun, konuşma metnini bir kerede birlikte okuyalım. Çıraklar, kalfalar ve usta olamadan hayata atılanlar; devlet adamı nasıl olunurmuş görsün.
– Hanımlar, Beyler!
İstanbul’dan geliyorsunuz. Hoş geldiniz. İstanbul’un ışık ocaklarını temsil eden yüce heyetiniz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur. Kalplerinizdeki duyguları, beyinlerinizdeki fikirleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak benim için olağanüstü mutluluk sebebidir. Bu dakika önünüzde duyduğum en içten duyguyu izninizle söyleyeyim: İsterdim ki çocuk olayım ve sizin ışık saçan öğretim çevrenizde bulunayım. Sizden bilgileneyim, siz beni yetiştiresiniz. O zaman milletim için daha yararlı olurdum; fakat ne yazık ki gerçekleşmesi mümkün olmayan bir arzu karşısında bulunuyoruz. Yerine başka bir istekte bulunacağım; bugünün çocuklarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete yararlı fertler yapınız… Bunu sizden istiyor ve rica ediyorum
-Öğretmen Hanımlar, Öğretmen Beyler!
Belki muallime demediğim için benim yanlışımı çıkarıyorsunuz. Ben dilimizde “tâite’nis”* kullanmak mecburiyetinde olmadığımızı sanıyorum. Evet, öğretmen hanımlar ve öğretmen beyler, bilirsiniz ki, milletimiz büyük bir felâket geçirdi. Devletimiz bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı, varlığımıza karşı birçok cinayetler yapıldı. Çok çalıştık, bugüne ait başarıyı elde ettik.
-Hanımlar, Beyler!
Bir milleti, düşmüş olduğu herhangi bir felâketten kurtarmakta, bir milleti aydınlatmakta devlet adamlarının sahip olduğu büyük önem inkâr edilemez. Hatta diyebiliriz ki, bugünü görmek; milletin temizliği ve namusu, vatansever millî çabası ve özellikle hor görülen faydalı duyguları sayesinde etkili olmuştur. Fakat bugün ulaştığımız nokta gerçek kurtuluş noktası değildir. Bu düşüncemi açıklayayım: Bir milletin felâkete uğraması demek, o milletin hastalıklı olması demektir… Bundan dolayı kurtuluş sosyal yapımızdaki hastalığı açmak ve tedavi etmekle elde edilir. Hastalığın tedavisi ilmî ve fennî bir şekilde olursa iyileştirici olur. Yoksa tam tersine hastalık sürekli ve tedavi edilemez bir hale gelir. Bir sosyal yapının hastalığı ne olabilir? Milleti millet yapan, ilerleten ve yükselten güçler vardır: Düşünce güçleri ve sosyal güçler…
Düşünceler, anlamsız, mantıksız safsatalarla dolu olursa, o düşünceler hastadır.
Kezâ sosyal hayat akıl ve mantıktan mahrum, yararsız ve zararlı birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felç olur.
Öncelikle düşünce ve sosyal güçlerin kaynaklarını temizlemekten başlamak gerekir. Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için, millî onur sahibi olmak, güzel niyet, fedakârlık gerekli olan özelliklerdendir…
Fakat bir sosyal yapıdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, sosyal kurumu çağın gereklerine göre ilerletebilmek için, bu özellikler yeterli gelmez; bu özelliklerin yanında ilim ve fen gereklidir.
İlim ve fen girişimlerinin çalışma merkezi ise okuldur. Bundan dolayı okul gereklidir. Okul adını hep birlikte saygıyla söyleyelim. Okul genç beyinlere, insanlığa saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi, onuru, bağımsızlığı öğretir…
Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takibi uygun olan en sağlam yolu belletir…
Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları gerekir. Bunu sağlayan okuldur. Ancak bu şekilde her türlü girişimlerin mantıklı sonuçlara ulaşması mümkün olur.
Hanımlar, Beyler!
Memleketimizin en bayındır, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı yenilgiye uğratan zaferin sırrı nerededir. Bilir misiniz?
Orduların yönetiminde ilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmektedir. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan okullarımızın, üniversitelerimizin kurulmasında aynı mesleği takip edeceğiz.
Evet, milletimizin siyasî, sosyal hayatında, milletimizin düşünce eğitiminde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle meydana çıkar.
-Hanımlar, Beyler!
Memleketimiz içinde çağdaş düşüncelerin çağdaş ilerlemelerin güzelliği kaybedilmeden yayılması, ortaya çıkması gerekir. Bunun için bütün ilim ve fen adamlarının bu konuda çalışmayı bir namus gereği bilmesi gerekir.
Öğretmen hanımlarımız, öğretmen beylerimiz, şairlerimiz, edebiyatçılarımız, yazarlarımız sürekli millete bu felâket günlerini ve onun gerçek nedenlerini açık ve kesin olarak söyleyecekler, bildirecekler, bu kara günlerin dönmemesi için dünya yüzünde medeni ve çağdaş bir Türkiye’nin varlığını tanımak istemeyenlere, onu tanıtmak zorunda olduğumuzu hatırlatacaklardır.
-Hanımlar, Beyler!
Görülüyor ki, en önemli ve verimli görevlerimiz eğitim işleridir. Eğitim işlerinde mutlaka başarılı olmak gerekir. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can ve tek fikir olarak ilkeli bir program üzerinde çalışması gereklidir. Bence bu programın ilkeleri ikidir:
1. Sosyal hayatımızın ihtiyaca uygun olması.
2. Çağdaş gereklere uygun olmasıdır.
Gözlerimizi kapayıp soyut yaşadığımızı kabul edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız… Tam tersine ilerleyen ve medenileşen bir millet olarak uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her bireyinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hiçbir mantıklı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartları aşamayan milletler hayatı akıllıca ve fiilen göremez. Hayat felsefesini geniş gören milletlerin hâkimiyeti ve köleliği altına girmeğe mahkûmdur.
Öğretmen Hanımlar, Öğretmen Beyler! Bütün bu gerçeklerin milletçe iyi gelişme ve iyi bir şekilde sindirilebilmesi için her şeyden önce cahilliği yok etmek gereklidir. Bundan dolayı eğitim programımızın, eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir.
Bu yok edilmedikçe, yerimizdeyiz… Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan sosyal hayatta kişi olarak pratik etkili ve verimli fertler yetiştirmek gerekir. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde gerçekleşmesiyle mümkündür. Ancak bu sayede sosyal kurumlar iş adamlarına, sanatçılarına sahip olur. Doğal olarak millî dehamızı ortaya çıkartacak duygularımızı layık olduğu dereceye ulaştırmak için yüce meslek adamlarını da yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da aynı tahsil derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.
Hanımlar, Beyler!
Kesinlikle bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz eğitimin sınırları ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz.
1.Milletine,
2. Türkiye devletine,
3. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne,
Düşman olanlarla mücadele sebepleri ve araçlarıyla donatılmış olmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. Mücadele gereklidir. Hanımlar, Beyler! İtiraf edelim ki, biz üç buçuk yıl öncesine kadar topluluk halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya bizi, temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk yıldır, tamamen millet olarak yaşıyoruz. Bunun maddî ve belirgin tanığı hükümet şeklimiz ve hükûmetimizin içeriğidir ki, onu kanun Büyük Millet Meclisi diye adlandırdı.
Bütün dünya bir an kararsız olmasın ki, Türkiye devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Değersiz çıkarları için ve kendilerini saklamak endişesiyle milletin ve memleketin bağımsızlığını düşmanlara vermede zarar görmeyen, bağımsızlığımızın imha edilmesi Sevr antlaşmasını kabul eden hâkimlerin, sultanların, padişahların hikâyelerini, bu idareyi gasp etmelerini Türk milleti artık, ancak yalnız tarihte okur.
Hanımlar, Beyler!
Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı…
Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız. Ben ve sarsılmaz inançla bütün arkadaşlarım, sizi takip edeceğiz ve sizin rastlayacağınız engelleri kıracağız.
Son bir söz: Sizin değerli bir heyet halinde Bursa’ya gelmeniz, yalnız Bursa’yı değil; bütün Anadolu’daki kardeşlerinizi mutlu etti. Ve İstanbul’dan getirdiğiniz selâmları bütün millete bildireceğiz.
Ben de sizden rica edeceğim ki, oradaki kardeşlerimize selâmlarımızı bildiriniz. İstanbul’un talihi, İstanbul’da yaşayan katıksız Türklerin kalp ve vicdanlarındaki istek gibi görünecektir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’dan akın akın Bursa’ya gelen öğretmenlere yaptığı konuşmayı yıllar önce kaleme almış ve paylaşmıştım.
Türkiye!
Cumhuriyetin kuruluşunun 2. Yüzyılına merhaba derken; enflasyon üç haneli rakamlara ulaşmış, Türk Parası sabun gibi erimiş, orta direk yok olmuş; askıda ekmeğe muhtaç olanlar kuyrukta, koşar adım, davullu zurnaylı seçime gidiyor.
Yalanın bini bir para.
Gerilim Had safhada.
Televizyon ekranları ve gazetelerin manşetine hergün düşen üç/ beş şehit haberleri can yakıyor.
Anaların gözyaşı sel olmuş akıyor.
Onun içindir ki bu konuşmayı bir kere daha paylaşarak, tekrar tekrar okuyalım istedim.
Türkiye’den başka yaşayacak vatanı, gidecek ülkesi olmayanlar, sandığa giderken; şapkasını önüne koyup iki kere düşünsün istedim.