Bu defterin en açık renk sayfaları kirletilmemiş duygulara hitaben olsun… Ayak değmemiş karların üzerine ilk adımı atar gibi hissediyorum şu an. Pürüzsüz beyazlıkta kar kaplamış etrafı her yer bembeyaz, her yer tertemiz görünüyor gibi… Ve ilk adımı attığında dizine kadar kara saplanıyormuşsun sanki. İşte öyle bir ruh hali… İşte öyle bir boşluk sanki…
Kar taneleri geçmişimde vardı. O küçük şehre çok kar yağardı. Ve her kar, bir kar tatili haberinin sevincini içinde taşırdı. Televizyonun karşısına öyle bir beklentiyle, öyle heyecanlı geçmeyeli belki on yıl oldu.
Onu, bir kar tatili haberini duymayı bekler gibi bekledim. Onu görmeyi belki de Onun hiç düşünemeyeceği kadar çok istedim. Gelecekti, yine de gelmeme ihtimaline bile dayanamayacak kadar istedim.
Ve geldi. Yavaşça, acele etmeden geldi. O beni görmeyi benim kadar istememişti, gelişinden belli… O benim sevgimi aslında hiç hak etmemişti; beni hiç mi hiç sevmeyişinden belli. Aslına bakarsan çoktan nokta konmayı beklemiş bir cümlenin her seferinde yarım kalması ve üç noktayla kapanmasıydı benimkisi. Bizimkisi bile diyemiyorum ki Onunla zamanın hiç bir yerinde biz olamadık çünkü. Sen ve ben vardı. Ve bir de olması istenmeyen; ama hikayede genelde var olan üçüncü şahıslar…
Bu yazıyı O okusun diye yazmıyorum. O okusun diye de yazdığım oldu, eline verip okuttuğum da oldu. Yıllar sonra söyledi bana okuduğunu, üstelik ben unutmuşken ne yazdığımı… Yazdıklarım Onda, hüznüm bende gizliydi. Evet, evet bu yazı O çocuk okumasın diye yazıldı.
13.09.2014
Hazal Yıldız