Klasik müziğe bayılırdı. Bir de hamaklı bahçelere. Yaşı altmış altıya dayanmıştı. Bol altılı bir yaş. Neresinden tutsan, tutmayan altılı kuponu gibiydi. ‘Tutmaz bu hayat’ felsefesini bu saatten sonra benimsemiş biriydi. Zaten klasik müzik dinlemeye de altı saat önce başlamıştı adam akıllı. Her şey klasikti ona göre, bu saatten sonra.
Beethoven çalıyordu evin içinden. Bütün perdeler bu müziği dinliyorlardı hareket etmeden. Yaşlı adam bahçeli evinin hamağındaydı, yatıyordu. Okuduğu kitap yere düşmüştü. Kitabın üstünde siyah harflerle Dostluk ve Yaşlılık yazıyordu. Cicero’nun eseriydi. Cicero’yu da geçen gün eşinden duymuştu. ‘İçinde kitap olmayan bir oda, ruhsuz bir beden gibidir.’ demişti kadın, ona. Cicero’nun sözüydü. Buna da bayılmıştı adam ve hemen kitap okumaya başlaması gerektiğini düşünmüştü.
Beethoven susmuştu evin içinden. Kadın, kocasının yanına gitmişti ne yapıyor diye bakmaya. Altı dakikadır sesleniyor ama kocasından bir cevap alamıyordu. Adam hâlâ kıpırdamadan yatıyordu o güzelim hamakta. Kadın, bu hayattaki en yaşlı dostunun göçtüğünü anladı, ağlamadı. Cicero’nun yere düşen kitabını koltuğunun altı’na aldı. En gerçek haliyle, yani bu ruhsuz bedeni, bu bahçede uğurladı.