Akşamüzeri, deniz kenarına doğru yürüyüş. Yaklaştıkça deniz havasını hisseder gibiyim. Rüzgarın tenime dokunuşu, yaprakların hışırdayan sesleri. Doğrusu keyif verici.
Bir süre yol kat ettim, ileride yarı bataklık garip bir gölet. İçinde ise boğulmak üzere olan bir balık. Çırpınmakta. ‘’Onu bir an önce denize götürmem gerek’’ diye düşünürken;
Gözlerimi açtım, sabah saatleri. Güneşin acımasız sıcaklığı, yüzümü yıkamak için avucumda biriktirdiğim su. ‘’Acaba onun için bu bir avuç su yeterli olur muydu?’’ diye düşünsem de ‘’ alt tarafı bir rüya’’ deyip geçiştirdim.
Dışarı çıktım, temiz hava. Şehrin sakin havası, zaman hızla ilerlemekte, güneş yerini karanlığa teslim etmeye başladı bile.
Yorucu günün sonunda bize kalan günlük hayat stresleri.
Günler geçtikçe ufacık sorunları nasıl da dert haline getirmiştik?
Minik bir fare gibi beynimizi kemirmesine nasılda izin vermiştik?
Gördüğüm rüya yoksa bir mesaj mıydı? Bunu bile dert haline getirmişim.
Sanırım şimdi daha iyi anlıyorum. Balık benim. Ben ise siz. Her şeyi içimize atmaktan, yutkunmaktan kendimize bataklıktan bir gölet yaratıyoruz. Ve o bataklığın içinde çırpınıyoruz.
‘’Çaresizseniz, çare sizsiniz.’’