Bir silah sesi bütün köyün şakaklarını kana buladı. Yere damlayan kan doğayı dehşete düşürdü. Bütün güller içine kapandı, kelebekler yeniden kozasındaydı. Ağaçlar ilk kez sevişecek kadın kadar ürkek ve masumca soyunmuştu. Kurtlar koyunlardan yardım beklemeye koyuldu. Mağaralar kepenklerini indirip zamanın geçmesini bekledi.
Adam elini yüzüne götürdü, parmak izleri kırmızıya boyanmıştı. Ölmenin yüzüne yansıyan masumca kederi, gururlu bir tebessümle dans etti. Zeybek oynayan bir efe gibi önce bir dizi yere sertçe vurdu. Kolları şöyle bir havaya kalktı o anda. İkinci dizi yere vurduğunda; bütün nehirler daha hızlı akmaya başladı. Dağ gibi bir delikanlının yere serilmesini görmek istemedi sular. Kaçtı, kaçtı, kaçtılar oradan; hızlıca ve gözlerini kapayarak. Köydeki bütün karlar erimeye başladı, doğa bu şahitlikten kaçmak istiyordu. Koca bir mevsim zincirini koparmış telaşla; etrafı toz duman içerisinde bırakarak ortadan kayboluyordu.
Elleri yere değdi adamın; kafasını kaldırdı etrafa baktı, perdeler insanları saklamak için bütün güçleriyle kapandı o anda. Camlar zangır zangır titriyordu bu ölüm karşısında. Sanki son bir kez ayağa kalkıp bütün evleri dumana katacaktı adam.
Bir çocuk tüm masumluğuyla biraz da korkunun ne olduğunu bilmemenin eksikliğiyle sokağa fırladı. Adamın yanına koştu hızlıca. Küçücük bir çocuk; doğaya, ölüme bütün korkulara meydan okuyordu. Konuşmayı bile tam olarak beceremeyen bir çocuk kırk yıllık kabadayı edasıyla omuzlamaya çalıştı adamı. Omuzları genişledi çocuğun, boyu uzadı, süt dişlerini döktü, bıyıkları belirginleşti, sesi kalınlaştı.
Adamın gözlerinin içi gülüyordu. Ölürken bütün mirası olan cesaretini çocuğa devretmişti o anda. Evin perdelerinden gizli bakışlar fırladı dışarıya. Göğüsleri tam belirginleşmemiş genç kızlar ve yıllardır erkek tenine teni değmemiş dullar ellerini ovuşturmaya başladı. Öbür dünyanın yeni yakışıklısı ve bu dünyanın yeni delikanlısı ilk ve son kez birlikteydi. Doğa bir anda durdu, göçmenliğe son veren bir davul çaldı bulutlar. Bu muhteşem ana şahitlik etmeleri gerektiğini düşündüler.
Yaşayan kızlar kadar ölmüş kızların ruhları da heyecanlıydı. Köyün mezarlığında ne kadar dişi varsa ayağa kalktı. Topraklarını silkinip, kefenlerine fiyakalı birer dekolte açtı. Ölmeye yakın olan delikanlının etrafında toplandı hepsi. Ruhların güzellik yarışında kimin birinci çıkacağının belli olması için verilecek sayılı nefes kalmıştı.
Yeni delikanlımız, eski delikanlıyı sırt üstü yere uzattı. Öteki tarafın yeni çapkını son bir gayretle elini cebine attı ve cebinden bir sustalı çıkartarak bir madalyon gibi onu delikanlıya uzattı. Bu bir efsanenin devir teslim töreniydi. Adamın gözleri kapandı. Ruh bedenden sıyrıldı ve arkasına ölü güzeller ordusunu takıp göğe yükseldi.
Delikanlı ölü bedeni kucağına aldı. Toprak kendi kendine yarıldı ve bedeni kendisinden bir parça olduğunu bilerek içine çekti. Delikanlı kendisini eve kapadı. Kırk gün kırk gece iki alemdeki bütün delikanlılar bıçaklarını ellerine almadı, tespih sallamadı. Sallamaya çalışanın tespihi gırtlağına sarıldı, eline bıçak alanın damarları toprağı boyadı. İki alemdeki bütün bayraklar yarıya indirildi.
Kırk birinci gün delikanlı evden çıktı. Şehirdeki bütün kızlar şahit oldu o ana. Hepsi dudaklarını ısırdı hiç öpüşmemiş olmalarına rağmen yıllardır öpüşüyor gibi hissettiler. Delikanlı tespihini çıkarıp sallamaya başladı. Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı, ilk dumanı ilk kadınıymış gibi içine çekti. Gözlerini kaldırıp kızlara biraz alıcı bir gözle ve bir o kadar da utanarak baktı. Kızların yanakları allaştı, gözleri yere düştü. Delikanlı yoluna devam ederken iç sesiyle dış sesini bir etti “Önce şarap, sonra yine şarap, ardından yeniden şarap. Sonra nehrin kenarında olacağım.” Kızlar sadece “nehrin kenarını” duymuştu.
Nehir yolu kovboy filmlerindeki bir düello sahnesinin benzerlerine sahne oluyordu. Herkes birbirini öldürdü o düellolarda. Hiçbiri kavuşamadı delikanlıya. Ruhları koştu nehrin kenarına, bedenlerse çoktan unutulmuştu.
Delikanlıysa üçüncü şaraptan sonra kendini yukarı köyün tek kızının koynunda vurmuştu.
Eren ERDEM