Yaşam prognozu gitgide kötüleşen ve sonunda kaçınılmaz surette ölüm olan bir hastalıktan ibarettir. Doğum anından itibaren her gecen gün, her saniye, her bir kalp atışı ölümün geri sayımıdır.
Yaşamak bir koşu bandında koşmak gibidir. Zaman hiç durmadan ilerler. Hayata tutunmak için koşman gerekir çünkü eğer koşmazsan hayat seni mağlup eder, gerilersin ve düşersin.
Doktor bu sebeptendir ki bütün hayatı boyunca koşuyor, mücadele ediyor, savaşıyordu. Fakat ne kadar isterse istesin kimse sonsuza dek koşamaz. Bir yerde nefesi tıkanır, karnına ağrılar girer veya tökezler.
“Artık koşmayı bırakmanın zamanı geldi” demişti kendi kendine. Yorulmuştu, bilekleri değil kalpleri burkulmuş, soluğu kesilmiş, bitkin düşmüştü. Bu raddeden sonra yapacak tek bir şey kalmıştı geriye; Ölümü hak etmesi gerekiyordu…
“Ellerini kaldır” diye ikaz etti iri cüsseli polis; “Ani bir hareket yapmaya kalkışma yoksa vururum.”
Rusya’da ki bir sondaj tankerinin alt katında, suların derinlerine inen devasa matkabın yanı başında, zift kokan gürültülü bir odacıktaydılar.
Doktor istemsizce gülüp elini cebine götürdü. Polis hiç tereddüt etmeden tetiği çekti. Çekti çekmesine ama kurşun hemen berilerindeki TARDIS’in koruma kalkanına çarpıp yere yuvarlandı. Doktor cebinden içinde beyaz bir sıvı bulunan yeşil bir ampul çıkarıp sıvıyı enjektöre doldurdu. Birkaç el silah sesi daha duyuldu. Fakat hiçbir kurşun menziline ulaşamadı. Şaşkınlıktan gözleri irileşmiş polis bu seferde olaya bizzat müdahale etmek için ileri atıldı ama TARDIS onun geçmesine de izin vermedi.
“Bu” dedi zaman lordu mağrur bir ifadeyle. Enjektördeki sıvıyı matkaptaki ufak bir çatlaktan içeri enjekte ediyordu; “Bu Kraksan 2’li bir doktorun hediyesiydi. Bir gün kullanacağımı hiç düşünmezdim.”
Bu arada polis destek kuvvet istemiş, sondajda çalışan tüm yetkililer başlarına üşüşmüşlerdi.
Doktor lafına devam etti; “Bu beyaz sıvı bir çeşit teknobiyolojik nano robot ordusunu besleyen bir serum. Ayarlarıyla küçük bir nebze oynadım. Hücre boyutundaki bu robotlar petrol sahasının derinlerine inip orada çoğalarak petrolü kullanışsız hale getirecek bir kimyasal salgılayacaklar. Sonra daha da çoğalıp bir damar gibi yer altını saracak ve aynı şeyi çıkarılmayı bekleyen bütün petrol rezervlerinde yapacaklar. 24 saat sonra gezegendeki bütün petrol işe yaramaz hale gelecek.”
Görevli mühendislerden biri elini alaycı bir ifadeyle sallayıp; “Deli saçması” dedi; “İmkansız”
Doktor bir kez daha güldü; “Ama endişe etmeyin” dedi kaldığı yerden; “NASA’ya bir emanet bıraktım. Petrolsüz bir Dünya’da yaşamaya alışabilmeniz için gerekecek çevreci bir teknoloji prototipi.”
Sonra biraz duraksadı. Gözlerine yine bir ağırlık çökmüştü; “Bu gezegeni sayısız defa kurtardım. Sizin onu yok etmenize izin veremem!”
ABD- Washington
Beyaz Saray’ın önüne bir kargaşa hakimdi. Şehrin trafiği kitlenmiş, bütün polis ekipleri, askeri birlikler o tarafa yönlendirilmiş, Başkan güvenli bir yere alınmış, Amerika’nın başkenti adeta çıldırmıştı.
Meydanlar ve yollarda Nazi birlikleri cirit atıyor, Romalı askerler parklarda kıyasıya savaşıyor, tepelerinde uçan eski model bir uçak ”Little Boy” isimli atom bombasını bırakmak için hazırlanıyor, haçlı orduları önüne geçenleri kılıçtan geçiriyor, yeniçeriler tekbir getirerek haçlılara saldırıyordu. Kısacası bütün dünyada yaşanmış bütün savaşlar şu anda, gezegenin en güçlü şehirlerinden birinde yeniden diriliyordu.
İnsanlar sokaklarda çılgınlar gibi kaçışadursun, polisler bile bir şey yapmaya cesaret edemiyor, hatta neredeyse hepsi delirdiğini düşünüyordu. Sadece bir düzine polis, birkaç sağlıkçı ve haberci soğukkanlılığını sürdürmekteydi.
Savaş sürerken bir ses patlaması havaya yayıldı. Ardından genç ve enerjik bir konuşma duyuldu. Kameramanlar olan biten her şeyi çekiyordu. Doktor TARDIS’in hoparlöründen şehre seslendi; “Korkmayın” diye başladı sözlerine.
“Korkmayın, bunlar sadece birer hologram ama her biri gerçek. Her biri zamanın bir safhasında yaşandı. Azrailin fazladan mesaiye kaldığı anların canlı kesitleri. Siz, insanlar tarih boyunca sadece savaştınız. Dinleri, ırkları, ülkeleri savaşlarınızın bahanesi olarak kullandınız. Alternatif bir gelecekte 2149 yılında 4. Dünya savaşında neslinizi yok ediyorsunuz. Kendi kendinin soyunu tüketen tek ırk oluyorsunuz. Size savaşların sadece bir kısmını gösteriyorum. Döktüğünüz kanı! Artık vazgeçesiniz diye. Bunu ister bir uzaylının tavsiyeleri, isterseniz Tanrının sözleri, isterseniz toplu bir rüya hali olarak algılayın ama ne yaparsanız yapın gördüğünüz şu sahneleri unutmayın. Artık savaşmak yok! Bunu çocuklarınıza anlatın, nesilden nesile aktarın. Bugünden sonra tüm savaşlar son bulacak!”
Tapneskan Gezegeni- Gayger Galaksisi
“Bana bir borcun vardı” dedi Doktor; “Eski bir borç”
Başkan oturduğu yerde sıçradı. Kızıl gözlerini Zaman Lordunun üzerine dikti. Gümüş rengi kanatları korkuyla gerilmişti; “Geldiğini görmemiştim”
Doktor gölgelerin arasından sıyrılıp yüzünü gösterdi; “Senden bir iyilik isteyeceğim.”
“Tabi, ne istersen yaparım. Bu gezegeni sana borçluyum”
Doktor buruk bir tebessümle karşılık verdi; “Bende bunu umuyordum. Gezegenin evrenin en ileri medeniyetlerinden biri. Her anlamda tam bir ütopya. Dünyayı biliyor musun?”
Başkan türüne özgü olan hafif bir boynuz seğirmesiyle bilmediğini ifade etti.
“Samanyolu’ndaki 3.sınıf bir gezegen. Hala temel çatışmaları devam ediyor. Senden istediğim şu; Tepneskan’ı Dünya’ya bağla. Diplomatik olarak temasta olun ve Fleman Cemiyetine Dünya’yı resmi olarak tanıdığınıza dair bir bildirge yolla. O gezegenin koruyucusu ve öğretmeni olmanızı istiyorum. 1. sınıf bir medeniyet olarak onlara teknolojik, toplumsal, sosyal ve ahlaki açıdan önderlik etmeli, kol kanat germelisiniz. Doğru bir şekilde ilerlediklerinden emin olmak için.”
Başkan karşı çıktı; “Ama nasıl olur! İlkel gezegenlerin kaderine müdahale etmek etik olarak sakıncalıdır.”
Doktor kaşlarını çattı; “Bin yaşında olabilirim ama kulaklarım gayet iyi duyuyor Zerra. Ne dersem diyeyim yapacağını söylemiştin.”
Başkan sonunda teklife razı oldu. Kısa sürede Dünya ile Tapneskan arasına solucan deliklerinden bir köprü inşa edildi. Bu köprü türler arası etkileşime, haberleşmeye ve hatta ileriki safhalarda ticarete bile zemin hazırlayabilecekti.
Mavi kulübe Dünya’nın yörüngesine oturdu. Doktor telefonunu eline alıp gezegenin huzur veren maviliğinin manzarasında tüm gezegene eş zamanlı açık yayın yaparak bir duyuru iletti; “İnsan ırkı, seçiminizi yapın.”
Dünyanın hemen dibinde alevler içindeki, parçalanmış, cehennem gibi karanlık bir gezegen beliriverdi. Doktor gezegenin yer çekimini dengelediği için Dünya’ya bir zararı dokunmuyordu.
“Eğer şimdiki gibi devam edecek olursanız gezegeniniz buna dönecek!” diye haykırdı; “Bu gezegeni korumak için yüzlerce yıldır çalışıyorum. Artık anladım, ben gitsem bile yoldaşlarım burayı korumaya devam edecekler ama siz, siz kendinize yukarıdaki uzaylılardan daha tehlikelisiniz! Şimdiye kadar sizin işinize hiç karışmadım ama artık durum değişti. Sizi kendinizi yok etmekten kurtarmam lazım. Bu evrene son iyiliğim! Şimdi dediğim gibi, eğer böyle devam ederseniz buna döneceksiniz!”
Dünya’nın diğer tarafında gökdelenlerle dolu, ışıl ışıl, barışçıl gezegen Tapneskan zuhur etti; “Size bir fırsat veriyorum. Kendinizi kurtarmayı istiyorsanız bu gezegenle birlikte hareket edin. Onlardan öğrenin, ilham alın. Seçim sizin”
Konsolun başına yönelip iki gezegeni de tekrar eski koordinatlarına gönderdi. Sonra yarım saat boyunca eşikte oturup Dünyayı son bir kez izledi. Ayrılmak ne kadar da zordu öyle, ne kadar da dayanılmazdı. Dünya’ya son bir parça baktı, kapıyı kapatıp içeri girdiğinde bir parçası sanki orada kalmıştı.
Yapılacak son bir şey vardı. Yüzlerce yıldır cesaret edemediği, sürekli kaçtığı, unutmaya çalıştığı bir şey. Artık yüzleşmenin vakti gelmiş çatmıştı.
TARDIS’e sanki özür diler gibi baktı; “Kusura bakma kızım. Bu canını çok acıtacak”
Gemi sanki sorun değil dercesine homurdandı. Doktor kontrolleri kurcalayıp alternatif bir cep evren yarattı. Uzay-zamanı terk edip o düzleme geçiş yaptıktan sonra bilgisayara Galifrey’in eski koordinatlarını girdi. Gezegenin hemen dışında bir kara delik oluşturup vakum etkisiyle onu cep evrene çekti. TARDIS’in dışında kalan cep evrende zaman işlemiyordu. Bu yüzdende zaman kapanı işlevini yitirmişti. Gemi hala normal uzaya ayarlı olduğu için istisnai olarak zamansal varlığını devam ettirebiliyordu.
Doktor kulübesiyle Galifrey’in sokaklarına dolandı, herkes sabit bir anda donmuş kalmıştı, savaştan önceki bir zamanda. Onları hep bu halleriyle hatırlamak istiyordu.
O eski ahşap kulübeye gitti. Çocukluk kabusları ilk defa onu rahatsız etmiyordu. Kemiklerinden sıyrılmış, ölecek olmanın özgürlüğüyle rahatlamıştı.
Vatanının her sokağını, her şehrini sanki çay içer gibi sindirerek usul usul gezdi.Sonra yörüngesine geri dönüp gezegene şöyle bir baktı; “Vatanım” dedi sulu gözlerle; “Yüzlerce yılımı gurbette geçirdim. Bu vicdan azabı şimdi daha da bir sıkıştırıyor kalbimi.”
Buruk bir çehreyle baktı yuvasına; “Umarım beni affedebilirsiniz. Elveda…”
Vatanını tekrar ait olduğu koordinatlara taşıdı. Tekrar ait olduğu evrene geri dönüp her şeyin başladığı yere, hala yüzlerinin kazılı olduğu, fakat yıldızlarından birinin süpernovaya dönüşme sinyalleri verdiği Uçurum Bulutsusu’na döndü.
İronik diye düşünüverdi. ‘İntihar edeceğim yerin ismi uçurum. Evrenin mizah anlayışı’
Yıldız ha patladı ha patlayacaktı. Doktor’sa ölümü çoktan kabullenmişti. Artık evrene bir faydası dokunamıyordu. Hatta gerçekliğin sırtında bir kambur olduğunu düşünüyordu. Kalplerinden biri duracak gibiydi sanki.
Ansızın aklına Sarah Jane geldi. Onun sonu bu olmamalıydı. Hızlıca mezarını kazıp bedenini kucakladı. Yüzüne bakmaya bile dayanamıyordu. Onu camdan bir tabutun içine koyup uzay boşluğunda sonsuza dek süzülmeye bıraktı.
Ardından tekrar içeri girdi; “Koordinatlarını Dünya’ya ayarlıyorum. Ben öldükten sonra orada, bir sokakta alelade bir kulübe olarak kalacaksın. Ben bir kapsülle kendimi dışarı fırlatacağım.”
TARDIS ani bir hareketle kontrollerini kilitledi. Hırsızıyla beraber ölmeyi istiyordu. Doktor’un gözleri buğulandı; “Bunu yapman gerekmiyor.”
Fakat TARDIS kararlıydı. Kendi kendine kalkanlarını kapattı. Doktor sevgi dolu bir biçimde kulübesine baktı; “Sendin” dedi; “Her zaman sendin. En sadık yoldaşım, ailem, evim, vatanım, evrenim. Hepsi sendin.”
Konsoldaki parçaları nazikçe okşadı; “Teşekkür ederim…”
TARDIS uysal bir tınıyla karşılık verdi. Artık son dakikalarını yaşıyorlardı. Yıldız birazdan patlayacak, ikisi de buhar olacaktı.
Aniden, hiç beklenmedik bir anda kapı çaldı; “Ne? Ne? Ne?”
Zaman Lordu meraklı bir biçimde kapıyı açtı. Geminin dışında milyonlarca haberleşme küpü süzülüyordu; “Ne!”
En öndeki küp içeri daldı. Pussar Albadin’in sesi ölmedim diyordu mesajında; “Ve sana söylemem gereken bir şey var. Bunu benden Donna istedi. İntihar edeceğini anlamış. Ah, inatçı kadın! Yalnız Gezegen’ de çatıdan atladığımda bir ızgara kapakçığının üzerine düştüm Doktor. Sonra yeniden canlandım ve biraz araştırma yaptım. O gezegenin altında evrenin en büyük bilgisayarı varmış. Gizlenmek için o gezegene inşa edilmiş. Dahası da var; bilgisayarı yapan şirket Büyük Zeka adına kurulmuş Doktor. Hepsi onun planı. Bilgisayarın muazzam bir hafızası var. Hatta binlerce türün ortak hafızasını depolayabilecek kadar. Beni programlamadaki bir hatayla bu sayede geri getirebildi. Bütün düşmanlarını bir araya toplayan o, Büyük Zeka. Hepsinin intihar etmesini o sağladı. İntihardan sonra suçluluk hissedeceğini biliyordu. Bu da kendini sorgulamanı sağlayan bir domino etkisi yaratacaktı. Hatta sonunda seni intihara sürükleyecekti. Sen öldükten sonrada bilgisayardaki verileri kullanarak bütün o ırkları geri getirebilecekti. Hepsini! İntihar sadece bir oyundu Doktor! Seni psikolojik olarak alt etmek için!”
Doktor’un beyninde bir şimşek çaktı. Parçalar birleşmeye başlıyordu. Uzaylıların Dünya’dan altın toplaması bilgisayar devreleri içindi. Atlantis’te duyduğu o konuşmalarda öyle, hepsi, hepsi bunun bir parçasıydı. Hatta TARDIS’in gülüşü bile… Ne kadar da aptaldı. Kendi derdine düşmüş, doğru düzgün düşünememişti.
Zihninde olaylar yeniden şekillendi. Onların ölmesinin suçlusu kendisi değildi. Hiçbir suçu yoktu. Bütün bu vicdan azabı abartılmış, sahte, suni bir depresyondan başka bir şey değildi.
Bir anda içine coşku doldu Zaman Lordunun. Depresif duyguları yerini manik bir heyecan , şaşkınlık ve ufak bir burukluğa bıraktı.
“Bunca zamandır kendimi boşuna yıpratmışım öyleyse.”
“Dahası da var.” dedi mesaj; “İntihar edeceğini duyan herkes, seni sevenler, seni vazgeçirmek için mesaj yolladılar. O gördüğün milyonlarca küp onlardan geliyor.”
Küplerdeki bilgiler bir anda, psişik bir veri aktarımıyla Doktor’un zihnine doldu. Malbar’lı küçük bir kız ailesini kurtardığı için ona teşekkür ediyordu. Galaksov’un başbakanı ona şükranlarını sunuyor, Karman’ın uydusu Zedyon’daki bir kalabalık göz yaşları içinde ondan vazgeçmesini istiyordu. Zamanın şafağında Doktor’un kol kanat gerdiği, kurtardığı herkes onun bu post-apokaliptik psikolojisini düzeltmek, vefa borçlarını ödemek için bugün ruhlarıyla Zaman Lorduna eşlik ediyorlardı.
Doktor’un içini coşkulu bir gurur ve çocuksu bir uçarılık kapladı; “Hepsi bir oyunmuş” dedi kendi kendine; “Yaşananların hepsi düzmeceymiş”
Üzerinden büyük bir yük kalkmış, hafiflemişti. Lakin yine de bütün bu olanlarla yaşaması olanaksızdı. Bir şeyler yapması, her şeyi tersine çevirmesi gerekiyordu.
Birden beynine bir fikir düştü. Zamanın yasalarına aykırı bir fikir… Ama ne önemi vardı ki artık. Hepsi gitmişti, bütün ırkı. Hepsi bugün ziyaret ettiği gibi bir yanılsamadan ibaretti.
Hemen bir haberleşme küpünü gemiye bağladı. İçindeki verileri silip onun yerine kendisinden bir mesaj bıraktı. Çoktandır kullanmadığı eski bir vortex manipülatörünü küpe bağladı ve tarihi ayarladı.
“Yapmaya geldiğimiz işi bitirelim” dedi huzurla; “Allons-y”
Kapıyı kapatıp birkaç dakika bekledi. Yıldız ölüm fermanını imzalamış, patlamasına yalnızca saniyeler kalmıştı. Sonunda beklenen an geldi. Yıldız, daha maceranın başında bulutsuya çizdikleri yüzleri de darmadağın edip infilak etti. TARDIS enerji yoğunluğunun etkisiyle parçalandı. Doktor’dansa geriye tek bir hücre zerreciği bile kalmadı; ‘Neyse ki’ diye düşünmüştü ölmeden yarım saniye önce; ‘Neyse ki düğmeye basabildim.’
Doktor’un beyninde ufak bir mesaj titremeye başladı; “Dur, dur, dur, dur, dur. Bakalım ne varmış burada.” Psişik kağıdını cebinden çıkarıp antik yazıtları tercüme eden bir arkeolog edasıyla okudu; “Yardım et. Ne, bu kadar mı? Ne duygusuz bir yardım sinyali bu böyle!”
“Kimden gelmiş?”
“Güzel soru, hadi öğrenelim.”
Heyecanla konsola doğru koşturdu. Hiç hesapta yokken , aniden havada bir haberleşme küpü belirdi. Doktor ilk şaşkınlığı üzerinden atar atmaz bunun bir tehlike olabileceğini farz edip Donna’yı arkasında korumaya aldı.
Küpten gelen mesaj direkt olarak alıcının beynine ulaştı; “İnanmayabilirsin ama ben senim. Gelecekteki sen.”
Doktor tam, buna nasıl inanabilirim diye aklından geçirecekken mesajdaki ses ismini fısıldadı ve devam etti; “Artık bana güvenebilirsin sanırım. Şimdi, senden bir şey isteyeceğim. Sakın o yardım sinyalini araştırmaya gitme. Bu bir tuzak. Beni iyi dinle, sakın ama sakın oraya gitme! Sana tüm hayatım pahasına güveniyorum. Zaten eğer güvenimde yanıldıysam bir hayatım olmayacak.”
Zaman Lordunun aklında binlerce soru vardı. Tereddütsüz inanmak ona göre değildi fakat içinde derin bir güven oluşmuştu.
Mesajdaki ses unutmadan dedi; “Sarah Jane’i görürsen ona sıkı sıkı sarıl…”
Donna endişe içinde sordu; “O neydi Doktor?”
Doktor omuz silkti; “Eski bir arkadaştı. Sanırım yardım sinyaline cevap vermeyeceğiz Donna.”
Böylelikle zaman sıfırlanmış ve tarihin akışı değişmiş oldu. Doktor toplu intihara hiç şahitlik etmedi, ölmeyi düşünmedi ve ölmedi. Ayrıca Sarah Jane’de eski, mutlu yaşamına devam edebildi.
Eşiğe tekrar dönmüş, bulutsudan kendilerini izlerken; “Yaşamak ne güzel değil mi?” dedi Donna’ya; “Bu uçsuz bucaksız, harika evrende yaşıyor olmak…”
Yazar: Abdülkadir Doğanay
Dipçe:
Doctor Who Ortak Hikayeyi wattpadden okumak için bağlantı: https://www.wattpad.com/story/21572377-doctor-who-ortak-hikaye-wattys2015 -2.sezonu da olacaktır-
Pejmürde Dergisi facebook sayfası: https://tr-tr.facebook.com/PejmurdeDergisi
Twitter Sayfası: https://twitter.com/pejmurdedergisi
Okuduğunuz için teşekkürler.