Sezon 1: Bölüm 1
Yıldızın Çırpınışları
“Bunu sen bile yapamazsın marslı kaçık.”
T.A.R.D.I.S nazlı bir kedi gibi usul usul mırlıyor, Donna her zamanki gibi yine Doktor’a çemkiriyordu. Uzayın derinlerinde, Uçurum bulutsusunun kalbindeydiler. Doktor yüzüne hafif muzip bir ifade takındı; “Esasen Donna, ben bir Zaman Lorduyum. Milyonlarca yıllık kadim bir bilginin mirasçısıyım ve marslı değilim. Ayriyeten, bunu yapabilirim. Hem de beş dakikada.” Saatine baktı; “4 dakika 57 saniye.”
Donna koltuğuna kurulup ayaklarını konsolun kenarına dayadı; “Süren başladı Marslı çocuk. Bana hünerlerini göster bakalım.”
Kahramanımız konsolun etrafında meraklı bir mirket gibi dolanıp sırasıyla koordinatları girdi. Rotayı belirledi. Ana motorları tam kapasiteye ayarlayıp ivme yönlendirici yapay yer çekimi alanını çalıştırdı. Suni atmosferi genişletip güneş rüzgarlarından beslenen şiddetli bir fırtına yarattı. Kapalı olan radarları açtıktan sonra T.A.R.D.I.S’in bilgisayarında üç boyutlu bir resim ve renk izdüşümü oluşturdu. Damak çatlatıp Donna’ya mağrur bir bakış fırlattı; “Ve şimdi son rötuşlar.” Konsolun altından balyozunu çıkarıp altın renkli, metal, işlemci disklerine dört defa vurdu.
“Evet kızım benim. İlk günkü gibi uçuyorsun bebeğim.” Konsolu ilk defa sevgilisinin elini tutan bir aşık gibi okşadı. Burada, bütün bu baş döndürücü eğlencenin arasında Zaman Savaşı’ndan, ailesinden, geçmişinden çok uzaktaydı. Geçmiş üzerine bir tutulma gibi çökmeye çalışırken bakışlarındaki o çocukça parıltı sinesine uzanın tüm gölgeleri silip atıyordu.
Şatafatlı bir davette, kızı dansa kaldırmaya çalışan bir oğlan gibi uzattı elini; “Donna Noble, seni temin ederim, bu daha önce gördüğün hiçbir şeye benzemiyor. Benimle gel.”
T.A.R.D.I.S’in kapısını açtıklarında karşılarında gördükleri şey tam bir sanat eseriydi. Birkaç ışık yılı boyunca uzanan devasa Uçurum bulutsusu şekil değiştirmiş, Doktor’un ve Donna’nın yüzüne dönüşmüştü. Yüzlerindeki bütün kıvrımlar, alınlarındaki her bir çizgi, bütün saç telleri, bütün simaları sarının, kırmızının, mavinin, morun, yeşilin harmanlandığı bir renk çoprasının içinde bir tablo gibi kendilerine bakıyordu. Gözlerinin olması gereken yerde yıldızlar vardı.
Eşiğe oturup kendilerini seyrettiler; “Bu sefer sen kazandın uzay adamı. Bu kesinlikle harika bir şey.”
“Evren benim tuvalimdir Donna. Bu çok eski bir Zaman Lordu sanatı. Nebulalara şekil vermek. Kesinlikle muazzam. Molto bene! Biz ölsek bile bu bulutsu daha en azından binlerce yıl yaşayacak. Bulutsunun içindeki yıldızlar çok ama çok yaşlı. Çok az ömürleri kaldı. Birkaç bin yıl filan. Sonra patlayacaklar ve bulutsu dağılacak ama o zamana kadar ölümsüz olacağız.”
“Dünya’dan çok uzakta bir bulutsuda yüzüm kazılı. Sence bunu insanlar fark etmezler mi?”
“Işığın Dünya’ya ulaşması çok, çok, çok, çok uzun zaman alacaktır Donna. Anın tadını çıkar.”
Doktor’un beyninde ufak bir mesaj titremeye başladı; “Dur, dur, dur, dur, dur. Bakalım ne varmış burada.” Psişik kağıdını cebinden çıkarıp antik yazıtları tercüme eden bir arkeolog edasıyla okudu; “Yardım et. Ne, bu kadar mı? Ne duygusuz bir yardım sinyali bu böyle.”
“Kimden gelmiş?”
“Güzel soru. Hadi öğrenelim.”
Beş dakika sonra T.A.R.D.I.S o paslı, gıcırtılı, homurtulu sesiyle Big Ben’in kadranının içinde cisimleşti. Doktor temkinli bir tavırla kapıyı yavaşça açtı. Tüm Londra şehri gecenin karanlığında parıldıyor, sokak lambaları inci bir kolye gibi şehrin gerdanından sarkıyordu.
Donna’nın gözleri parıldadı; “Biz Big Ben’in içinde miyiz? Big-Be-nin?”
“Ah Donna. Kendine gel lütfen. Seni az önce binlerce ışık yılı uzaklıktaki bir nebulaya götürdüm ve sen her gün gördüğün Big Ben’e mi şaşırıyorsun? Siz insanlar hakikaten kalın kafalısınız.”
Donna cevap vermek için ağzını açtı fakat sağ taraftaki çarkların ve dişlilerin arkasından yere düşen bir gölge dikkatini dağıttı. “Görünürde bir şey yok gibi.” dedi zaman lordu sol kaşını havaya kaldırıp; “Burada kimse var mı? Yardım sinyalinizi aldık. Size zarar vermek istemiyoruz.”
Gölge Donna’nın gözleri önünde büyüdü ve yakınlaştı “Doktor, bak. Bir şey bize doğru geliyor.”
Kahramanımız gözlerini yoldaşının işaret ettiği tarafa kaydırdı; “Merhaba, orada kimse var mı? Yardım etmeye geldik.”
Bir kabusun gölgesi yerdeki siyah beyaz karolarda sürünüyor, geçmişin kanlı elleri Doktor’un yakasına yapışmak için hazırda bekliyordu? Belki de geleceğin? Kim bilir? Kulak tırmalayan metalik bir çığlık duyuldu arkasından: “Doktooooor!” Dalek gölgesinden sıyrılıp karşılarında belirdi. Doktor’un yüzü ciddileşti. Çehresinde bir nefret kıpırdandı; “Sen?” Donna’yı arkasına alıp yaratığa bir adım daha yaklaştı; “Ne arıyorsun burada! Yine ne istiyorsun benden!”
Sonik tornavidasıyla tüm binayı tarayıp, psişik çıktıları analiz etti; “Burası gerçek Big Ben. 2014’deyiz. Burada ne arıyorsun!”
Dalek Doktor’un gözlerinin içine baktı; “Kendimi…”
Doktor’un suratından bir aşağılama geçti; “Şimdide felsefe yapmaya mı başladınız. Ne arıyorsun diye soruyorum sana!”
Yaratık sanki iç geçirir gibiydi; “Her şarkı sona erer Doktor. Biliyorsun bunu, sonunda evren bile yok olacak. Soğuyacak, bitecek, bütün yıldızlar sönecek. Sefalet içinde yaşayanların ruhları sefalet içinde can verecek. Sen Doktor, şunu bil ki yakında çok büyük bir olay gerçekleşecek.”
“Ne? Ne demek bu! Neler saçmalıyorsun sen!”
Dalek birkaç adım gerileyip zırhındaki kapakçığı açtı. İçindeki saf nefretten yapılma, ahtapotumsu, aciz yaratık sönük gözlerle düşmanının yüzüne son bir kez baktı. Sonra fısıldayarak ‘sen’ dedi. “Bizi öldürdüğün için sana minnettarız.”
Son görevini yerine getirmek için yükseldi. Zırhındaki kapakçıklar yeniden kapandı. Gövdesindeki küreler kendisini ablukaya aldı. Kürelerden yayılan radyasyon içindeki organik maddeyi pişirdikçe pişirdi ve en sonunda zırhını parçalayarak infilak etti.
Patlamayı emip kendi içine çöken kürelerde yok olduğunda geriye kocaman bir hava boşluğundan ve Doktor’un karman çorman olmuş duygularından başka bir şey kalmamıştı.
“Neydi o şey? Doktor, neydi o?”
Doktor’un bakışlarındaki dehşet göz korkutuyordu. Yutkundu, Donna’ya o kocaman kırmızı gözlerle baktı; “En büyük düşmanımdı Donna. Evrendeki en tehlikeli şeydi.”
“O zaman niye intihar etti, Doktor, niye bize saldırmadı?”
“Bilmiyorum, anlamadım. Dalek’ler böyle yapmazlar. Sadece bir kere başıma gelmişti bu. Bir kere… Rose vardı ve…” Bakışları derinleşti yaşlı zaman lordunun; “Bunun sebebini öğrenmeliyim. Tek başıma. Bunun arkasında büyük bir şey var. Çok büyük bir şey. Bütün evreni duyabiliyorum ben Donna. Gezegenlerin dönüşünü bile. Bu bir zaman lordunun laneti ve evren çığlık atıyor. Bir şeyler oluyor Donna… Çok büyük bir şeyler!”
“Nereden başlayacağız o zaman.”
Doktor hayır manasında kafasını salladı; “Biz değil. Ben. Bu çok tehlikeli. Benimle gelemezsin. Olmaz. Seni evine bırakmalıyım.”
Donna gözlerini büyüttü; “Yalnız olman gerekmiyor Doktor. Ben yanındayım.”
“Bu her neyse Donna, bunu yalnız yapmalıyım. Tamam mı. Bu benim meselem. Benim davam.”
Doktor yoldaşını evinin önüne bıraktı. Yüzünde buruk bir tebessümle perdelediği gizli bir hoşnutsuzluk vardı. “Kendine dikkat et Doktor. Çizgiyi aşma tamam mı… Çünkü yalnız olunca bazen sen…”
“Biliyorum Donna. Biliyorum.”
“Tamam o zaman. Görüşürüz.”
“Görüşürüz, kendine iyi bak.”
Donna evine doğru yol alırken Doktor T.A.R.D.I.S’e kordinatları giriyordu. Yaşlı Wilfred telaşla evden çıkıp T.A.R.D.I.S’in kapısını dört defa çaldı. -Evet, doğru duydunuz. Dört defa- Kapıyı yorgun bir yüzle açan Doktor’a asker selamı verdi; “Merhaba Doktor. Seni görmek ne güzel.”
“Seni de Wilfred.”
“Donna’yı neden bırakıyorsun? Yoksa ayrıldınız mı? Benim küçük kızımı üzmediğini söyle bana Doktor.”
“Sandığın gibi bir şey değil Wilfred. Ben sadece… Sadece bir şey yapmalıyım. Yalnız, tek başıma. Acelem var.”
Wilfred yeniden asker selamı verdi; “Çabuk dön Doktor. Donna’yı yalnız bırakma.”
Zaman lordu T.A.R.D.I.S’e geri dönüp konsolun başında bir müddet durakladı. Bugün belli ki oldukça yorucu olacaktı…
İnforarium
Etrafı ekranlar ve hologram bilgisayar sayfalarıyla çevrili İnforarium görevlisi yerden yükselen bir panelden günlük bilgi girişine devam ediyordu. Burası, bu yüksek güvenlikli İnforarium veri sağlayıcısı evrendeki her yerden çok daha güvenliydi. Yoksa değil miydi? Ansızın, beklenmedik bir ziyaretçinin ayak sesleri çekiç, örs ve üzengi kemiklerinde yankılandı; “Kim var orada? Göster kendini!”
Yaklaşan fırtına karşısına geçip gözlerinin içine baktı; “Burası İnforarium. Gerçi daha temiz bir yer olduğunu düşünmüştüm ama biliyorsun, herkes yanılır.”
“Hemen buradan çıkmanızı talep ediyorum!”
“Ah, yok canım, takılıyoruz işte. Bunun sakıncası ne. Belki bir bara gideriz. Biraz kafa dağıtırız. 900 yıldır hiç içmedim biliyor musun. Her şeyin bir başlangıcı vardır.”
“Benden ne istiyorsun?”
Doktor’un yüzü ciddileşti; “Bilgi. Büyük bir olayla ilgili bilgi. Bir dalekle karşılaştım. Bana ‘bizi öldürdüğün için sana minnettarız’ dedi. Bu ne demek oluyor öğrenmek istiyorum!”
“Burası İnforarium Doktor. Kimsenin buradan kendi geleceğini öğrenmeye hakkı yoktur. Şimdi çık git yoksa Gölge Bildirgesi’ni çağırmak zorunda kalacağım!”
“Özür dilerim ama bunu yapamazsın.”
Görevli kolundaki iletişim bandından bir anons duyurdu; “Burası İnforarium 23-b. Tekrarlıyorum, burası inforarium 23-b. İzinsiz bir giriş-” Kolundaki elektronik bilekliği kurcaladı; “Nasıl olur, çekmiyor! Daha önce hiç çekmediği olmamıştı! Sen, sen ne yaptın!”
Doktor gururlu bir tebessümle T.A.R.D.I.S’e seslendi; “Kontrol odasını tekrar eski haline getir kızım.” İnforarium veri giriş bölümü şekil değiştirerek T.A.R.D.I.S’in kumanda odasına dönüştü; “Kimseyle iletişime geçemezsin. TARDİS seni engeller.” Konsolun yanı başındaki koltuğuna oturdu;
“Üzerine cisimleştim ama fark etmedin bile? Şimdi söyle bakalım Prot. Seni bu kadar dalgın yapan şey ne?”
“Hiçbir şey söyleyemem Doktor. Dilimi keserler.”
“Öyle mi? Bak bakalım ben sana ne yapacağım!”
Prot’u kolundan tuttuğu gibi T.A.R.D.I.S’in kapısına sürükledi. Yakasından kavrayıp adamı dışarı sarkıttı; “Burası İo Prot. Jupiter’in uydusu İo. Güneş sistemindeki en aktif şey. Jupiter’in yer çekimi gezegenin içindeki basıncı artırdıkça uydu daha da ısınıyor. 400 aktif volkanı var ve 500 km yukarıya kadar sülfürik bulutlar püskürtüyor. Bizi onlardan koruyan tek şeyse T.A.R.D.I.S’in koruyucu atmosferi.”
Görevlinin nabzı ve soluğu tavan yapmıştı. Altında adeta bir cehennem, yanında adeta bir psikopat vardı. Yüzü terden sırılsıklam olmuştu;
“Dahası da var. Jupiter İo’nun kendisine doğru dönen tarafını olağanüstü yer çekimiyle kendisine çekiyor ve İo’nun yüzeyi yirmi metre boyunca havaya kalkıp dalgalanıyor. Yirmi metrelik, taştan, lavdan, asitten ölümcül bir dalga. Bunun olmasına ne kadar var dersin; 1 dakika. Bir dakika sonra İo’nun zemini kabarmaya başlayacak.
Şimdi Prot, ya bana bilmem gerekenleri söyle. Ya da seni aşağı atayım. Öyle hemen öleceğini de düşünme. Önce sülfürik gaz ve karbondioksit ciğerlerini yakacak. Sonra üzerine püsküren lavlar derini eritecek. Ardından kabaran toprak bir mancınık gibi seni Jupiter’e fırlatacak. Jupiter seni yer çekimiyle kendine çekecek. Jupiter’in fırtınaları arasında kaybolacaksın. Basıncı vücudundaki her bir kemiği kıracak. Cesedini kimse bulamayacak.
Fakat en kötüsü ne biliyor musun Prot? Bütün bunlar olurken ölmeyeceksin. TARDİS’in atmosferindeki mikroçipler seni her defasında iyileştirecek. Tüm bu acıları teker teker hissedeceksin! Her saniye binlerce kez ölmeyi dileyeceksin ama buna izin vermeyeceğim! En sonunda Prot, en sonunda tek başına öleceksin! Şimdi, ya bana bilmem gerekenleri söyle, ya da…” Başıyla altlarındaki cehennemi işaret etti; “Seçim senin?”
Görevli konuşmaya başladığında kekeliyordu; “Ta- ta- tamam Dokt- tor. S- s- sen kaz- kazandın.” Doktor Prot’u T.A.R.D.I.S’in eşiğinden uzaklaştırıp kapıyı kapadı.
Prot bir köşeğe çöküp meczup gibi titreyerek anlatmaya başladı; “S – sana hepsini söyleyemem Doktor. Ama sadece y- y- yerini ve zamanını söyleyebilirim. Lü- lütfen beni bağışla ama elimden bu kadarı gelir.”
“O kadarı yeter Prot. Anlat bakalım.”
“Ü – ü – üçüncü döngünün başları. Goldiloksların dördüncü göç dalgası sarasında gerçekleşecek. Mavro İkrana yıldızının yörüngesinde. Bu – bu – bu kadarını söyleyebilirim sadece.”
Doktor sanki biraz önceki psikopat o değilmiş gibi tebessüm etti. Prot’un elinden tutup ayağa kaldırdı; “Biliyor musun Prot. Seni hiçbir zaman oraya atmayacaktım. Yalan söyledim.”
Mavro İkrana
Doktor uzay boşluğundaki T.A.R.D.I.S’in tepesine oturup manzarayı izledi. Koyu mavi bir ışıkla parlayan Mavro İkrana yıldızının yörüngesinde milyonlarca uzay gemisi demir atmıştı. “Bunu daha sık yapmalıyım.” dedi kendi kendine; “T.A.R.D.I.S’in tepesine oturmak gerçektende eğlenceliymiş.”
Uzay araçları, turist kafileleri, haberciler, bütün evrenin gözü şu anda buradaydı. Konuklar hazırdı, peki ya ev sahipleri? Biraz sonra on binlerce Goldiloks etraflarını sardı. 100 metrelik bu devasa yaratıklar kuyruklarından sarkan füsyon motoru çıkıntılarıyla, derilerindeki güneş bataryası devreleriyle, altlarından uzanan egzoz borularıyla, sırtlarından bir kanat gibi yükselen güneş yelkenlileriyle, alınlarındaki uzun ve geniş cam parçasıyla, camın ardından görünebilen kokpitle, içlerindeki onlarca koridor ve yüzlerce odayla canlıdan çok uzay aracına benziyorlardı. Lakin onların hikayesi bambaşkaydı.
Uzay gemsinin birinden bir muhabir katrilyonlarca izleyicisine yayın yapıyordu; “Genetik mühendisliği.” diyerek başladı kadın sözlerine; “Üçüncü döngünün başlarında bilim insanları genleriyle oynanmış yeni bir canlı türü geliştirdiler. Kendi canlı uzay araçlarını. DNA ile oynayarak bir canlının içinde koridorlar oluşturabiliyordunuz, odalar yapabiliyordunuz, motor ekleyebiliyordunuz, her türlü eklentiyi yapabiliyordunuz. Böylece canlı, kalbi atan bir uzay aracınız oluyordu. Bir yıldız gemisi inşa etmeye, tonlarca çeliğe, binlerce işçiye gerek yoktu. Uzay gemileri doğuyor ve büyüyorlardı. Ucuz, pratik, risksiz bir yöntem.
Ama sonra arabaları, uzay gemileri, uçakları, kahve makineleri, kısacası her ihtiyaçları için genetiğiyle oynanmış canlılar kullanan insanlık bir şeyin farkına vardı; Bu doğru değildi. Yaşam çocuk oyuncağı değildi. Her ihtiyaçları için canlı üretemezlerdi. Etik değildi, doğal değildi, insancıl hiç değildi. Ardından kongrede alınan bir kararla bir daha canlı makineler üretilmesi yasaklanmış oldu ve insanlık eski, klasik makinelere geri döndü.
Kongreden başka bir karar daha çıkmıştı. Bütün Goldiloks marka yıldız gemisi yaratıkları serbest bırakılacak ve uzayda yaşamaya devam edeceklerdi. İşte o gün bugündür sevgili izleyiciler, o gün bugündür Goldilokslar bütün uzaya yayılıyorlar. Bizim eserimiz, bizim hatalarımızın sembolü, onlar bizim çocuklarımız…”
Doktor T.A.R.D.I.S’in sırtını sıvazlayıp olan biteni açıklamaya başladı; “Yıldızlar bir elementi başka bir elemente dönüştürerek enerji üretirler. Kendi yer çekimleri onları sıkıştırdıkça ısınır, ısındıkça elementler birbiriyle kaynaşır. Evrendeki ilk bir kaç element dışındaki tüm elementler yıldızlarda üretilmiştir. Güneşten yaklaşık 12 kat daha büyük yıldızlar ömürlerinin sonuna doğru tüm yakıtlarını tüketirler. 26 tane elementi birbirine dönüştürmüşlerdir bile. Hidrojen, helyum, karbon, oksijen, magnezyum, neon, sodyum, alüminyum vesaire. Bütün bu elementler en dıştan içe doğru 26 katman halinde istiflenir. En sonunda çekirdekteki bir tepkimeyle demir üretilmeye başlar. Fakat yıldızın demir ürettikten sonra demiri başka bir elemente çevirecek gücü yoktur. En sonunda yüz milyonlarca yıldır devam eden hayatı birkaç saniyelik bir patlamayla yok olur.
Mavro İkrana birazdan patlayacak. Goldilokslarda bunun için buradalar. Yumurtalarını yıldızın yörüngesine bırakacaklar. Böylece yıldız patladığında yumurtaları bütün galaksiye yayılmış olacak. Muhteşem bir göç yöntemi. Neyse ki kalkanların açık. Yoksa yıldız patladığında geriye tek bir hücremiz bile kalmazdı.”
Birdenbire yüzü düştü yaşlı zaman lordunun; “Ama biz buraya bunun için gelmedik kızım. Ne yazık ki bunu izlemek için burada değiliz.”
Ufak tefek, tek kişilik bir kapsül yanlarına yanaştı. İçerideki görevli Doktor’a gülümseyip minik bir kağıt parçası uzattı; “İyi goldilokslar efendim.”
“Sana da. Söylesene buralarda hiç Dalek, Siber, Zygon veya ne bileyim işte o tarz bir gemi gördün mü?” Kağıt parçasını cebine soktu.
Görevli kafa salladı; “Hayır efendim. Gölge bildirgesi tarafından korunuyoruz. On ışık yılı yakınımıza kadar bile yaklaşamazlar.”
Doktorun yüzüne bir gölge düştü. Kendi kendine; “O zaman neredeler?” diye sordu; “Nerede olabilirler?”
Şüpheyle T.A.R.D.I.S’in eşiğine atladı. Koordinatları girip en yakın judoon gemisinin içinde cisimleşti. Kapıyı açar açmaz üzerine silah doğrultan bir müfrezeyle karşılaştı; “Bro, so, ho, ko, to bo!”
Judoonlardan biri karşılık verdi; “Jo, so, yo, no, kro to, ho bro, mo, to.”
Doktor nefesini koyuverdi; “Offf, çok kalın kafalısınız. Sizin sorununuz bu. Çok kalın kafalısınız. To, go, fo, no, şo, so, to, zo. Hadi, bu işe yaramalı. Bu judoonların güven yemini.”
Judoonlar silahlarını indirdiler. İçlerinden biri kaskını çıkarıp Doktor’a yanaştı; “Kural dışı bir harekette bulunursan infaz edileceksin.”
“On ışık yılı çapındaki her yanı kontrol etmekle görevlisiniz. Menzilde hiç düşman gemisi yok mu?”
“Judoon’lar yanılmaz Doktor. Bütün bölgeyi analiz ettik. Bir tane bile düşman gemisi mevcut değil.”
“Ama bana burada büyük bir olay gerçekleşeceği söylendi. Burada olmalılar. İzninizle, kayıtlarınıza bir göz atmalıyım.”
Duvardaki bir kaideyi sonikleyip Mavro İkrana sisteminin hologram bir haritasını çıkardı. Son bir aydır yörüngeye giren bütün gemiler gözüküyordu; “Hantorlar, snapslar, birkaç krafayis sürüsü, turist kafileleri ve haber gemileri. Bu kadar mı yani? Hepsi bu kadar olamaz. Bakın, burada her ne olacaksa çok büyük bir olay. Bütün bölgeyi tahliye etmenizi istiyorum. Burada kimse kalmasın.”
“Yörüngede hiçbir tehlike yok Doktor. Sende gördün. Bunu yaparsak bize olan güven sarsılır.”
“O zaman ben yaparım!”
Kulübesine geri dönüp judoon gemisinin telsiz sistemine girdikten sonra yörüngedeki bütün uzay gemilerine seslendi; “Hepiniz tehlikedesiniz. Bu bölgenin derhal boşaltılması gerek. Tekrar ediyorum burası hiç güvenli değil. Bölgeyi acilen boşaltın. Bu bir tatbikat değildir. Bölgeyi çabucak boşaltın. Olabileceğiniz kadar hızlı olun. Çabuk uzaklaşın buradan!”
Kimse bu uyarıyı dikkate almadı. Bunun bir şaka olduğunu düşünüp gülüyorlardı. Doktor saçlarını parmaklarının arasına alıp bir müddet düşündü. Belki T.A.R.D.I.S’le suni bir yerçekimi oluşturursa tüm gemileri peşinden sürükleyebilirdi. Yeniden biraz önce park ettiği uzay boşluğuna geri döndü. Yer çekimi alanını genişletmenin yollarını düşünüyordu.
Yıldızın patlamasına beş dakikadan az bir süre kalmıştı. Ansızın yörüngedeki bütün uzay gemilerinde yayın yapan bir mesaj duyuldu. Doktor yaptığı işi bırakıp kapıya koştu. Bir daleğin duygusuz ve çığlığımsı sesi afakı inletiyordu; “Burada olduğunu biliyoruz Doktor.” Konuşmayı bir siber devraldı; “Kayıtlara göre böyle olayları hiç kaçırmazsın.”
Doktorun kaşları çatıldı, yüzü kaskatı oldu, bakışlarında bir evren alev aldı; “Neredesiniz, gösterin kendinizi! Neden uzay gemilerinizi göremedim?!”
T.A.R.D.I.S’in önünde devasa bir hologram ekran belirdi; “Goldiloksların içine saklandık Doktor ama sen fark etmedin bile.”
“Bu insanları rahat bırakın. Kimseye zarar vermeyin yoksa yemin ederim sizi…”
“Bizi öldürür müsün Doktor? Bizde tam o konuya geliyorduk. ” Ekranda Doktor’un düşmanı olan her köklü medeniyetten bir temsilci vardı. Dalekler, siberler, nestene, chelonian, zygon, haemo-goth, atraxi, draconian, sontaran, slitheen, terileptil… Hepsi Goldiloksların içinde saklanmış, sinsice bütün evrenin ilgi odağı olan bu büyük doğa olayına sızmıştı.
“Tarih boyunca seninle savaştık Doktor.” diye başladı bir dalek. Onun sözünü bir sontaran devam ettirdi; “Binlerce nesil senin savaşında heba oldu.” Birbirlerinin cümlelerini devralıyorlardı; “Bu savaşta tükenen sadece biz olmadık. Sende tükendin.
Evrenin geri kalanı da tükendi. Artık görebiliyoruz Doktor. Sonumuzu, savaş ve ölümden başka bir şey yok. Artık bu savaşı iki taraf içinde bitirmenin zamanı geldi.”
Konuşmayı bir dalek sonlandırdı. Bu sırada bütün evrenin dikkati onların üzerinde toplanmıştı; “Zamanın kıyısında varlığımız sürünüyor Doktor. Artık bu savaşı bitirmenin vakti geldi. Senin korkun bizi güçlendirdi ve senin korkun bizi yok edecek. Bir çığlık gibi uzay ve zamandan silinip gideceğiz Doktor. Bizi öldüren her zaman sendin ve nihai yok oluşumuzun sebebi de sen olacaksın!”
“Bu da nereden çıktı şimdi! Amacınızı ne? Çıkarınız ne? Neden yapıyorsunuz bunu?”
“Zaman savaşının çığlıkları hala kulağımızda Doktor. Bu sefer hiçbir çıkarımız yok. Hiçbir kazancımız yok. Sonumuz geldi artık. Sende bunu istemiyor muydun?”
“Ben… Hayır, yapmayın, anlaşabiliriz, ölmeniz gerekmiyor! Beni dinleyin, barış yapabiliriz! Böyle bitemez.”
“İki taraftan biri ölmedikçe bu savaş bitmez Doktor. Artık sonsuz bir ateşkes imzalamanın zamanı geldi. Bütün evrenin gözleri önünde, elveda yok edicimiz. Artık oyun bitti, perde kapanıyor. Sonsuzluğa kadar elveda.” Sonunda o her zamanki nefret dolu sözcük döküldü ağzından; “Yok et!”
Ekran karıncalandı ve kapandı. Sonrası sadece sessizlikti. Bütün uzaya yayılan bir enerji dalgası toplu intihara girişen tüm türleri yok etti. Onlarca türün, aynı DNA zincirine sahip olan sayısız varlığın yaşamı tek bir saniyede hiçliğe karıştı. Bir anda bütün evrende tek bir kötülük zerresi dahi kalmadı. Hepsi öldü, tüm dalekler, tüm siberler, hepsi…
Metebelis haberden Zionna Rinza uzay aracının içinde donup kalmıştı. “Aman tanrım!” dedi içinden; “Buna inanamıyorum…” Şaşkınlığı geçince ekibine seslendi; “Bütün gök adalardaki bütün şubelerimizin olayı teyit etmesini istiyorum. Hepsine mesaj yollayın ve sistemlerindeki adı geçen uzaylı ırklarının durumlarını sorun çabuk!”
İletişimden sorumlu Teslan Dione haberi onayladı; “Kaynaklarımız bunun bütün evrene yayıldığını söylüyor efendim. Şu ana kadar cevap veren bütün şubelerimiz haberi doğruluyor. Bu ırklardan hayatta kalan kalmadı. Hepsi öldü efendim.”
Zionna Rinza titreyen bir sesle sunucu Mazdar Huone’ye seslendi; “Mazdar, senden yayına başlamanı istiyorum. Tüm evrenin gözü kulağı şu anda burada. Onlara bahsi geçen uzaylıların hepsinin öldüğünü, soylarının tükendiğini söyle ve gülümse. Çünkü bugün bütün evren için bayram sayılır.”
Mazdar boğazını temizleyip kameranın karşısına geçti. Kameramanın başlıyoruz anonsundan sonra yüzüne en samimi gülümsemesini takınıp haberi tüm dalga boylarından bütün evrene duyurdu; “Ne olduğuna inanamayacaksınız sayın seyirciler. Bunu ilk Metebelis Haber’den dinliyorsunuz. Burada, Mavro İkrana yıldızının yörüngesinde inanılması zor bir şey gerçekleşti. Emin olun hala kendime gelemedim. Biraz önce evrenin başına bela olan birçok türün soyu tükendi. Kendi istekleriyle intihar ettiler. Biliyorum hepiniz bu türleri merak ediyorsunuz. Sayıyorum; Dalek, siber, nestene, chelonian, zygon, haemo-goth, atraxi, draconian, sontaran, slitheen, terileptil. Bir daha tekrar etmekte fayda var sanırım. Biraz önce bu türlerin hepsi evrenden silindi. Gerçeklikten soyutlandılar. Yok oldular. Sevgili izleyiciler, ben sunucunuz Mazdar Huone, bugün bu saydığım ırkların yok olduğunu size bildirmekten gurur duyuyorum ve hepsi Doktor’un sayesinde. Bu büyük günde ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Şimdilik tüm bildiğimiz bu kadar. Elimize daha fazla bilgi geçince paylaşmaya devam edeceğiz. Hepinize iyi goldilokslar.”
Doktor’un gözleri kızardı. Sunucunun o sözleri, o ‘Doktor’un sayesinde’ deyişi hala kulaklarında çınlıyor, tarif edilemez acılar içinde can çekişiyordu. O kadar türün katili kendisi miydi? O kan… Ellerine bulaşan o kadar kan. Bir lahzalığına bütün evren sessizliğe büründü. Sonrasında Mavro İkrana güneşin trilyon yılda yayacağı enerjiyi bir saniyede yayarak infilak etti. Oraya çökmüş, yetim bir çocuk gibi titrerken, Mavro İkrana Doktor’un göğüs kafesinde patlıyordu sanki. Süpernova’nın kör edici ışığına bakarken tek bir şey geçiyordu aklından; “Böyle bir yükle yaşayabilecek miydi?”
Yaklaşık 10 dakika boyunca hareketsiz bir ceset gibi yerine raptiyelendi. Bütün sesler sessizliğe dönüştü. Bütün çığlıklar sustu. Yıldızın o engin ışığı olmasaydı, zaman lordunun en kadim düşmanlarının arkasından ağladığı görülecekti. Kaskatı suratıyla T.A.R.D.I.S’e girdi. Tek bir kelime dahi etmeye mecali kalmamıştı. Yaşadıkları suratından okunan bu yorgun kaptan, gemisini çalıştırıp yepyeni fırtınalara yelken açtı…
Yazar:Abdülkadir Doğanay
Wattpad’den Doctor Who Ortak Hikaye’nin tüm bölümleri okumak için bakınız: http://www.wattpad.com/story/21572377-doctor-who-ortak-hikaye