Doruk ev sorununu çözünce rahatlamış, kendini daha çok işine vermişti. Babasının, oğlum biz jandarmadan çok çektik.
Sakın görev yaptığın yerde halka kötü davranma, nasihati hiç aklından çıkmıyor, kulağında küpe gibi asılı duruyordu.
Söylemez, küçük bir doğu Anadolu köyü!
Bölge halkı kendini Kürt kimliği ile tanımlıyor.
Kendi aralarında Kürtçe konuşmayı tercih ediyor.
Askerliğini yapan erkekler Türkçe bilirken, kadınlar Kürtçeden başka dil konuşamıyor.
Köyün bir ilkokulu var.
İki de öğretmeni varmış!
Okul yaz tatilde olduğundan öğretmenlerle tanışma imkânı olmadı. Mevsim yaz, aylardan Ağustos, olmasına rağmen; köy halkını, kışlık yakacak hazırlama telaşı sarmış.
Anıları okuyanlar biliyor, Doruk Söylemezden önce, Bolu Kıbrısçık-taydı. Kıbrısçıkta dağlar çam ağacı ve ormanla kaplıydı. 0rman Kıbrısçık halkının her şeyiydi. Köylü orman işçisi, yaylada hayvancı, kışın yakacağı orman envali…
Haliyle ısınma ve yakacak dert ve sıkıntısı yok!
Hem kesim sahalarında çalışıp para kazanıyor, hem yakacak odun ihtiyaçları, yasal olarak karşılanıyordu. Hâlbuki Söylemez ve yöresindeki platolar, küçük büyük tepeler, bırak ormanı bir tek ağaca hasret. Tıpkı saçları dökülmüş insan başı gibi, dağlar kel!
Halkın ısınmak için tek seçeneği var, o da tezek!
Bu yüzden Ağustos ayında köy halkı, özellikle de kadınlar, sabahtan akçama kadar tezek kesiyor. Eli ayağı mayıs içinde.
Tezekleri kurutacak, kışın yakacak ve abartısız altı aya yakın kar altında kalan bölgede, baharı, yazı beklenecek.
Doruk, Takım komutanlığı bahçesinden, tezek kesen cefakâr köylü kadınların, hayvan tersi içerisindeki mücadelesini izlerken yüreği burkuldu.
Çocukluğu aklına geldi.
Köy yaşamının ne demek olduğuna yakından şahitti. Kendi köylerinde, kapılarından küçükbaş ve büyük baş hayvan, hiç eksik olmazdı.
Gözlerinin önünde annesi, ablası, gelinleri canlandı geçmişe daldı gitti. O, köyünde hayal âleminde gezinirken, anayoldan bir askeri pikabın döndüğünü fark etti.
Gelen Karayazı Merkez J. Karakol Komutanı Yener’di. Yener Astsubayın, şark hizmeti birmiş, lakin ilişiğini kesip daha ayrılmamıştı.
Yerine atanan personelle bir süre birlikte çalışması uygun görülmüştü.
Doruk, Meslektaşını karşıladı, içeri davet etti.
Yener, Şimdi arabadan inmeyeyim. Dönüşte uğrar bir çayını içerim.
Senin Eyüpler köyünde aradığımız bir şahıs saklanıyormuş. Hazırlan gel birlikte gidelim dedi. Doruk içeri girdi, hizmet defterine kendine bir görev yazdı, şapkasını aldı çıktı.
Yener Komando eğitimi almış, üzerinde komando elbisesi, başında mavi bere, sırım gibi bir jandarma personeli. Yolda giderken bölge halkında, kendi izlenimlerini köye varıncaya kadar, ibrişim işler gibi Doruğa mişledi..
Köy zaten karakola ¾ KM mesafede bir yerdi.
Kısa süre sonra köye gelindi. Jandarma arabasını gören köy muhtarı çağırmadan gelip hoş geldin diye karşıladı.
Yener, Muhtara köyde ne kadar erkek varsa köy meydanına topla, diye bir emir verdi. Muhtar gitti 10/15 dakika sonra köydeki erkeklerden 15/20 kişi meydandaydı.
Arabadaki Askerler de inmiş, tüfeklerini çapraz vaziyette, boynuna asmış, dikkatli bir şekilde etrafı kolaçan ediyordu.
Yener, toplanan köyün erkeklerine aranızda (?) var mı diye sordu, içlerinden 30-35 yaşlarında biri öne çıktı benim komutanım dedi.
Uzun zamandan beri yakalamalı olarak aradığımız, (? !) şahsa yardım ve yataklık ediyormuşsun. Ya hemen adamın nerede olduğunu herkesin içinde söyle ya da seni köy meydanında doğduğuna pişman ederim diye gürledi.
Adam şaşkındı, kim demişse yalan söylemiş komutanım ben kimseyi saklamam dediyse de, Yener onu dinlemedi bile, adamın saçlarından tutu tekme tokat girdi, ağzı burnu kan içinde kaldı.
Doruk kendinden daha kıdemli olan Yener’e müdahale edemedi.
Ama içi içini yedi.
Bu ne biçim görev anlayışıydı?
Bu manzara, babasının öğüdünü bir kere daha hatırlattı. Yener, adamı bıraktı esti gürledi, adamı istiyorum dedi, Askerlere binin arabaya diye işaret etti.
Gelindiği gibi eli boş geri dönüldü.
Eli boş dönmek, Yener’n moralini bozmuştu, burnundan soluyordu, dönüş sessiz sedasız geçti. Karakola gelince, bahçeye sandalye çıkarıldı, Petrol ofisinden çay söylenildi.
Çayları yudumlanırken:
-Duruk, ağabey bu nasıl bir görev anlayışı?
-Adama konuşma fırsat ve hakkı vermedin.
-Köy muhtarına hiçbir şey sormadın söylemedin.
-Halkı korkutarak hizmet etme anlayışı geride kalmadı mı? Aradığın adamın evraklarını bana bırak. Şayet benim bölgemde barınıyorsa, önümüzdeki hafta içinde ben sana teslim edeyim dedi.
– Güldü!
-Sen mi getirecek teslim edeceksin?
-Neden olmasın?
-Peki, evrakları bırakıyorum.
Lakin sen bölge halkını tanımıyorsun.
Onlar iyilikten anlamaz.
Dayak olmadan/korkmadan bir şey yaptıramazsın dedi.
Çayını bitirdi ve kalktı.
Doruk kızmıştı, belli etmedi, biraz daha otur diye ısrar da etmedi. O ayrılır ayrılmaz, Nüfus memuru İsmet beyi odasına davet etti.
Nüfus memuru aynı zamanda nahiye müdürlüğüne vekâleten bakıyordu. Kendine Müdürüm diye hitap edilmesinden hoşlanıyordu.
Doruk çayları söyledi, Müdürüm, siz Söylemez’in yerlisi sayılırsınız. Bu bölgede sözü geçen kim var bana bir isim verir misin?
İsmet Bey, hiç soru sormadan, yukarı söylemez köyünde Enver Taştan adında bir bey var.
Bu yörenin ağası sayılır, halk Taştan’ı sever ve sayar dedi.
Doruk Taştan adını alır almaz, hiç zaman kaybetmedi.
Nüfus memuru da odadayken, odasının hemen karşısındaki PTT şubesinde görevli, PTT memuru Reis’e seslendi!
Reis Bey!
Beni Yukarısöylemez köyünden Enver Taştan’la görüştürür-müsün?
Kısa süre sonra Enver taştan Telefonun öbür ucundaydı.
Doruk önce kendini tanıttı, arkasından Enver Ağa, müsaitsen yarın karakola uğrayabilir misin?
Sizinle acı bir kahve içelim dedi.
Taştan, emrin olur komutanım yarın oradayım dedi ve kapattı.
Ertesi günü, Taştan karakoldaydı.
Bölgenin ağam diye sevip saydığı Enver Taştan: buğday tenli, hafif kır saçlı, İnce uzun boylu, yüz şekline uygun bıyıklı; süvari pantolonlu, siyah ceketli beyaz gömlekli sevimli, bir jokey gibiydi.
Sadece başında jokey kaskı yoktu.
Gelirken de kır bir cins atla gelmişti. Atın kuyruğu örülmüş kısa bağlanmış, tımar edilmiş, sanki çim piste koşuya çıkacakmış gibi yerinde duramayan bir at.
Nöbetçi Enver’i Karakol Komutan odasına aldı.
Doruk Taştan’ın elini sıktı, hoş geldin diye karşıladı.
Nöbetçiye iki orta kahve söyledi.
Karşılık hal hatır sormalar bitinceye kadar kahveler de gelmişti. Karakol komutanı elindeki evrakı çıkarttı. Kanun kaçağının açık kimliğini ve aranma nedenini izah ettikten sonra; Enver Bey ben bölgemde kanun kaçağı istemiyorum. Sizin söylemez mıntıkasında sevilip sayıldığınızı öğrendim. Bu şahıs bölgemizdeyse ister ikna edin bana teslim edin, isterseniz yerini söyleyin ben gidip alayım dedi.
-Taştan!
-Komutanım adamın adını ilk sizden duyuyorum. Bana üç gün müsaade edin araştırayım. Şayet mıntıkamızdaysa ya getiriri teslim ederim ya da sizin söylediğiniz gibi saklandığı adresi size veririm dedi.
Kahveler bitmiş, sohbet de sona ermişti.
Enver Bey müsaade istedi kalktı.
Doruk elini sıktı, yolcu etti. Keyfi yerine gelmişti. Pencereden, Enver Taştan’ın ata binişini, atın süvarisi üstüne binince nasıl rahvan yürüdüğünü pencereden kaybolana kadar izledi.
Üç gün dediğin ne ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Bir çarşamba günü sabahı Yukarı söylemez köyünden aradı ve aradığın adamı, öğleye kadar getirip teslim edeceğim diye haber verdi.
Doruk, keyfinden bir kere daha uçmuştu. Evrakı çıkarttı yardımcısı, Fikret’e verdi. Mevcuden gönderilmiştir diye yaz!
Sende, iki erle birlikte hazırlan.
Öğleden sonra karaya yazıya bu adamı götüreceksin. Dodge şoförüne söyle, aracı göreve çıkacak şekilde hazırlasın emrini verdi.
Her şey saat gibi işlemişti.
Enver Bey, dediği saatte geldi. Hükümlüde yanındaydı. Doruk Enver Bey’e teşekkür etti. Devriye hazırlanana kadar odasında oturup tavşankanı çay yudumladılar. Yukarı Söylemez, Karayazı yol güzergâhındaydı, geçerken Taştan’ı köyüne bırakıp geçti.