İşten çıkar çıkmaz günlerdir merak ettiği o meşhur kafeye şarkı söyleyerek yürüyordu Müjgan. Arkadaşları kafeyi tavsiye ederken aynı zamanda lezzetli olan supangleyi de çok övmüşlerdi. Oraya ulaştığında dışarıdaki beyaz örtülü boş masayı görür görmez mutlu bir ifadeyle sandalyelerin bir tanesine oturdu. Siparişini vermek için bir garson çağırdı. Kafe binasının içinden Müjgan’ın masasına yavaş adımlarla yürüyen, kafası dağınık ve bir o kadar da suratsız olan genç garson masaya geldiğinde anlaşılması zor bir ses tonuyla “Ne arzu edersiniz?” diye sordu. Bir an siparişi vermekten ziyade, tedirgin bir tavırla kolyesiyle oynayan genç kıza “Bu yaşta ne gibi bir derdin olabilir ki?” diye sorma isteği belirdi. Ama bu hitap şekli Müjgan için çok sert ve saygısız olurdu. Genç kıza daha anlayışlı yaklaşmak istedi.
-Kolyen ne kadar zarifmiş. Ailenden birinin hediyesi mi?
Genç kız aniden papatya şekilli kolyesiyle oynamayı bıraktı. Cevaplamak konusunda tereddüt ettiğini belli eden bakışlarıyla Müjgan’ı baştan aşağı süzdü. Ardından tek kaşını kaldırıp başını iki yana salladı.
-Sizin gibi umursamaz insanlara hep özenmişimdir. Hiçbir şeyin farkında değilsiniz.
-Anlamadım?
-Demek istediğim, tehlikenin farkında değilsiniz!
Müjgan kızın dertlerini küçümsemekten çok artık onun için endişelenmeye başlamıştı. Yanına oturmasına izin verip içini dökmesini bile düşünmüştü fakat bu davranış, sert mizaçlı kız için başarısızlıkla sonuçlanabilirdi. Bu riski göze alamazdı.
-Anlıyorum…
İkisine de uzun bir süre gibi gelen sessizliği nihayet genç kız bozmak istedi. Müjgan’a “Aptalsın sen!” dercesine gözlerini devirerek bir adım daha yaklaştı.
-Bu ay içerisinde hiç kelebek gördün mü?
Bu sorunun cevabını düşünüp düşünmemek arasında kalakaldı. Neticede çok saçma bir soruydu.
-Bu sorunun cevabını bilemeyecek kadar hayattan kopuksun işte. Oysaki cevabı çok basit. Koca bir hayır. Neden? Çünkü kelebeklerin de nesilleri tükendi. Diğer canlılara davrandığımız gibi onlara da bencilce davrandık. Yani tebrikler, sonunda biz insanoğlu dünyanın sonunu getirdik ve bugün bizim için gelecekler.”
-Kimler?
-Bizler.
-Afedersiniz kulak misafiri oldum ve garsonumuzun sizi bunalttığını fark ettim.
-Yok hayır… Sadece…
-Gerçekten kusura bakmayın. Hemen başka bir garson gönderiyorum. Bu arada ben bu kafenin sahibiyim.
Saçlarına üşenmeden fazlaca jöle sürmüş olan adam kibarca elini Müjgan’a uzattı. O da kibarca elini sıktı. Ardından kızı da alıp apar topar kafenin içine girdiler. Müjgan merakla onları izliyordu. Adamın hararetli bir tavırla kıza söylendiğini görebiliyordu ama konuşmasını zar zor duyuyordu.
-Senden ve paralel evren saçmalığından sıkıldım… Bu korkuttuğun kaçıncı müşteri…
-Pardon siparişinizi alabilir miyim?
Müjgan siparişini verdikten sonra kızın ne demek isteğini çözmeye çalışıyordu. Bu kadar çok kişiye söylemesinin bir doğruluk payı olduğunu varsaydı. Tam bu sırada yanındaki sandalyenin ucuna harika desenli bir kelebek kondu. Dikkatli bir şekilde elini kaldırarak garson kıza seslenmeye çalıştı. Kıza bu durumu anlatmalıydı ki boşu boşuna dert etmesin. Kız ise bir türlü onun olduğu masaya bakmıyordu, tam aksine odaklanmış bir şekilde avucunun içine bakıyordu. O sırada arkasındaki masada oturan küçük kız dışarıda oturan herkesin duyabileceği bir sesle annesine seslendi.
-Anne kelebeklere bak, çok tatlılar!
Müjgan arkasına döner dönmez etrafın kelebeklerle dolu olduğunu fark etti. Bu sefer daha büyük bir heyecanla kıza kendini fark ettirmek için camdan içeriye baktığı an kızın hâlâ donuk bir halde avucunun içine baktığını gördü. “Nasıl olsa birazdan gelir.” diyerek tekrar kelebeğine döndü. Hayatı boyunca ilk kez bu kadar güzel bir kelebek gördüğünü fark etti. Deniz mavisi rengindeki kanatlarının üzerinde bordo noktalar sanki gökyüzündeki yıldızlar gibi her tarafına dağılmışlardı. Sayılamayacak kadar çok olan bu noktaların her biri farklı büyüklükteydi. Kelebeğe baktıkça her saniye büyüleniyordu. Uçup gitmesini istemedi. Anın tadını bozmamak için oturduğu sandalyede heykel gibi duruyor ve kanatlarının narinliğini gözlemliyordu. O kadar dalmıştı ki sırtından akan sıcak kanı sonradan fark etti. Ne olduğunu anlamadan ikinci bıçak darbesini de sırtında hissetti. Acının şiddeti şok etkisi yarattı.
-Ah!
Tepkisi sade ve anlaşılırdı, korkunç derecede yardıma ihtiyacı olduğunu belli ediyordu ama yanına gelen kimse yoktu. Kendisini nedensizce bıçaklayan kişiye engel olmak için arkasına dönmeye çalıştı fakat başarılı olamadı. Onu görememek Müjgan’ı daha da endişelendirdi.
-Kimsin… Neden…
Nefes almakta zorlanmaya başladı. Zaman düşmanı olmuştu, ilerledikçe acısı bin kat artıyordu. Birden insanların çığlık seslerini ve koşuşturmalarını duymaya başladı. Çığlıkların nereden geldiğini anlamaya çalışırken sol omzunda bir el hissetti. Korkudan hafifçe yutkundu. O elle beraber sol kulağında da sıcak bir nefes hissetti. Sıcak ve tanıdık.
-Bak kelebekler uçuyor…
Bu ses kendi sesiydi. Bu olamazdı. İmkansız bir şeydi. Çığlık sesleri kat be kat artıp kulak tırmalayıcı seviyeye geldikçe Müjgan’ı rahatsız etmeye başladı. Gördüğü manzara ise dehşet vericiydi. Her bireyin arkasında simsiyah silüetler ve o bireylerin sırtından süzülen kanlar. Gördüğü her insan bıçaklanmış ve acıyla çığlık atıyor. İnsanlar birer birer ölüyor, onlar öldükçe kelebekler sırayla uçuyor. Müjgan panikle garson kıza bakmak istedi ve başını yana çevirdi. Onun kelebeği avucunun içinde zarif kanatlarıyla dururken, silüetlerden biri ise adeta ölüm meleği gibi arkasında duruyordu. Genç kız insanların panik içerisinde ölmelerine aldırmadan dışarıya çıktı. Derin bir iç çekerek kararmış gökyüzüne baktı.
-Ah tabi ya, ben niye iyimser baktım ki bu olaya. Her ne kadar tedirgin olsam bile başka evrenlerdeki bizler dünyaya daha iyi bakar diye umutlandım ama yanıldım. Ne yazık ki dünya için daha kötü ve daha gelişmiş bir insanoğlu.
Müjgan kızın söylediklerini duyar duymaz dayanamayıp korkudan ağlamaya başladı.
-Boş yere ağlamayın lütfen. Olan oldu. Biz bunu hak ettik, zamanla onlar da yaptıklarının sonuçlarına katlanacaklar.
Genç kızı öldürmek için görevli silüet bu sefer kızın tam karşısına geçti ve ona hiç acımadan elindeki bıçağı boğazına sapladı. Zavallı kızın boğazından kan fışkırırken iki dizi de yere çöktü ardından bedeni öylece yere serildi. Bu sırada avucundaki kelebek çoktan uçup özgürlüğüne kavuşmuştu. Silüet ise aynı ona benzemişti.
Artık o olmuştu.
Kendi kelebeği geldi aklına. Güzelliğine tekrar baktı. Omzunda duran el adım adım yok oluyordu. Silüetin nefesi onu bu güzellikten alıkoyarak rahatsız edercesine daha da yakınlaştı.
-Sizler uçup gidiyorsunuz. Şimdi sıra bizde.
Müjgan’ın duyduğu en son cümle bu oldu. Bakmaya doyamadığı kelebeği de uçup gitti.
Tazeliğin kokusu tüm dünyayı sarmıştı. İnsanoğlu yenilenmişti. Ama yine hatalarından ders almayıp zamanı gelince ağır bedeller ödeyecek olan insanoğlu.