2017
Ilık bir yaz akşamıydı. Denizin sakin dalgaları sahili usulca döverken Murat gürültülü evin terasında şarabını yudumluyordu. Amerika’da fizik eğitimini tamamlamış, ülkeye dönmüştü. Arkadaşları onun için bu akşam bir parti veriyordu. Ama o bu gürültüye bir saatten fazla tahammül edememiş, içkisini alıp terasa çıkmıştı.
“Ne yapıyorsun burada? Bu akşam senin için buradalar biliyorsun değil mi?”
Sürgülü kapıyı arkasından kapatan Ayla ona doğru yürüdü. Mavi elbisesinin üstündeki sarı saçları ay ışığının altında parlıyordu. Murat kollarını açarak onu kucakladı.
“Bir sorun mu var?”
Gülümseyerek başını salladı Murat. “Hayır, hayır aksine çok mutluyum.”
Ayla yanağına bir öpücük kondurdu. “Peki neden burada bir başına oturuyorsun?”
“Biraz denizi dinlemek istedim sadece.”
Ayla elini Murat’ın uzun saçlarına daldırıp bir süre gezdirdi. Kulağına eğilip fısıldadı: “Profesörümüz bu akşam çok dalgın. İnsanlığı kurtarmak için planlar mı düşünüyor yoksa?” Yüzüne şehvetli bir tebessüm yerleştirdi.
Murat gülümseyerek kafasını kaldırdı, bilgiç bir ifade takınarak “Humano die peribunt causa est quia in mundo” dedi.
Ayla bir kahkaha attı. Murat’ın saçlarını bir el darbesiyle dağıttı. “Çılgın profesör seni.”
2030
Yılbaşı gecesi dünyanın her tarafında çılgınlar gibi yeni yılın gelişini kutlayan insanlar bu yılın beraberinde getireceklerinden habersizdi. Bir ay sonra baş gösterecek olaylara karşı insan ırkı tamamen savunmasızdı.
Önce ışıklar sönmeye başladı. Yavaş yavaş bütün elektronik aletler birer hurda yığınına dönüştü. Dünya ile bağlantısı kesilen uydular birer birer uzayın sonsuz boşluğunda yitip gitti. Büyük şehirler birer suç dünyasına dönüştü. Devletler insanların güvenliğini sağlayamaz hale geldi. İnsanlar daha küçük şehirlere, kasaba ve köylere göçmeye başladı. Herkes olan biteni anlamaya çalışırken insanlık adeta ilk çağına dönüyordu.
21 Mayıs gecesi göğe bakanlar yıldızları göremedi. Uzayın derinliklerine doğru uzanan karanlığın içinden düşen dev makineler oldukları yeri adeta birer savaş alanına çevirmeye başladı. Güçlü silahlarla rastgele insanlara saldırıyor ve yapıları yok ediyorlardı. Alarma geçen ordu birliklerinin ilkel silahları bu canavarların karşısında bir değnek kadar faydasız kaldı. Robotlar programlı olarak şehirleri bir bir yok etti, insan popülasyonuna karşı amansız bir soykırıma girişti. Günler böylece geçerken devlet ve ordudan ümidini kesen insanlar ümitsizce yüksek dağlara kaçtı.
Murat silahını masaya bıraktı. Ayla’nın gözleri dolmuştu. Ağlamamak için büyük çaba sarf ettiği dudaklarının istemsiz titreşimlerinden görülüyordu.
Eskiden bir ilkokul sınıfı olan bu karanlık ve rutubetli odada yalnızca ikisi vardı. Çürük kapıya dayalı ağır demir dolap en büyük güvencelerini oluşturuyordu.
“Merak etme buraya gelmezler” dedi Murat umutsuz bir sesle . O ana kadar ağlamamayı başaran Ayla gözyaşlarına boğuldu. Murat yanı başına çöktü. “Şişt! Sessiz ol!”
Ayla bir eliyle ağzını kapattı. Murat başına bir öpücük kondurdu. “Merak etme ben seni korurum.”
Bu esnada dışarıda patlamayı andıran büyük bir gürültü koptu. Murat koşar adım masanın üstündeki silahına davrandı. Ayla’yı arkasına alarak masayı siper etti. Artık sesler daha yakından geliyordu. Bu o robotlardan bir tanesiydi. Murat’ın bundan hiç şüphesi yoktu. Mekanik ayaklar yere bastığı anda ortaya çıkan tok gürültü yüreğine korku salıyordu. Elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi, derin bir nefes aldı ve titreyen elleriyle elindeki tabancayı sıkı sıkı kavradı.
Ağır metal aksamın sesi kapının önüne kadar geldi ve durdu. Ayla, Murat’ı kollarıyla öylesine sıktı ki Murat bir anlığına dengesini kaybetti.
Büyük bir gürültü koptu. Ahşap kapı demir dolapla birlikte oyuncak gibi fırlarken Murat ani bir refleksle Ayla’nın üstüne kapandı. Dolap üstlerinden geçip duvarda kocaman bir gedik açtı. Murat kendisini toparladı, dizinin üstüne çöküp karşısındaki toz bulutuna rastgele ateş etmeye başladı. Mermisi bittiğinde dağılan toz bulutlarının arasında bir anıt gibi dikilen dev robotu gördü. Üzerinde tek bir çizik bile yoktu.
Robot 3 metre boylarındaydı. Kalın gövdesinin üzerinde oval bir kafa yapısına sahipti. Göz yuvalarından mat mavi bir ışık yayılıyordu.
Robot, ağır hareketlerle Murat’a doğru yürümeye başladı. Murat, Ayla ile birlikte geriye doğru sürünürken bir yandan da boş tabancayı robota doğrultmayı sürdürdü. “Yaklaşma!”
Göğüs kafesi hızlı hızlı inip kalkan Ayla titrek bir sesle “Murat korkuyorum” diye inledi.
Kaçacak yer kalmayınca Murat dizlerinin üstünde doğruldu. Silahını tehditkar bir biçimde robota doğru savurdu. “Yaklaşma dedim!”
Robot bir adım daha attıktan sonra olduğu yerde durdu. Murat korkusunu belli etmemeye çalıştı. Belki de bir şekilde onu durdurmayı başarmıştı. Sessiz ortamı Ayla’nın hızlı hızlı nefes alıp verişi bozuyordu.
Robot öne doğru atik bir hamle yaptı. Murat ani bir refleksle tetiği çekti. Silahın namlusu geriye attığında artık elinde bir tehdit unsuru taşımıyordu. Robot kafasını Murat’ın suratına yaklaştırdı. Murat boş silahı bir tarafa fırlattı. Artık korku taşımıyordu. Ölüm anında gelen rahatlığın içindeydi.
Robotun sol göz yuvasından bir saniyeliğine fotoğraf makinesinin flaşı gibi parlayan güçlü sarı ışık Murat’ın tam sağ gözüne isabet etti. Fakat ilginç bir şekilde gözü kamaşmadı.
Robot geri çekildi, ağız kısmından çıkan mekanik ses Murat’ı dehşete düşürdü.
“Sizi götürmeye geldim efendim.”
Murat önce duyduklarına inanamadı. Boş yere robotun tekrar etmesini bekledi. Ayla, Murat’ın arkasından sıyrılıp korkulu gözlerle robota baktı. O da duymuştu işte! Aklı ona oyun oynamıyordu.
“Na-nasıl yani?” dedi şaşkınlıkla.
“Sizi götürmeye geldim efendim.” Tiz kelimeler belli aralıklarla dökülmüştü.
Bu bir kabus olmalıydı. Aylardır robotlardan kaçıp saklanıyordu. Şimdi ise karşısında dikilen bu canavar onu götürmeye geldiğini söylüyordu. Üstelik ona ‘efendim’ diye hitap ediyordu!
Murat doğruldu. “Beni mi? Peki ama neden?”
“Emirler böyle”
Demek ki bu robotlar ilginç bir şekilde birinden emir alıyordu. Murat, Ayla ile birlikte ayağa kalktı.
“Bu emri size kim verdi? Dünyada ne arıyorsunuz? Neden insanları yok ediyorsunuz?”
“Tüm bu emirleri siz verdiniz.”
“Ben mi!” Murat ve Ayla şaşkınlıkla birbirine baktı. Bu kadarı fazlaydı.
“Vakit azalıyor, sizi güvenli bir yere götüreceğim.”
Murat kafasını sallayarak geriye doğru bir adım attı. Bir yandan da kendisini Ayla’ya siper etmeyi sürdürüyordu.
“Bunlar doğru olamaz. Yalan söylüyorsun.” diye bağırdı. “Ben bu kadar insanın ölüm emrini vermiş olamam!”
“Sizi güvenli bir yere götüreceğim” dedi mekanik ses.
“İyi de neden!”
“Hayatta kalmanız için.”
Murat kendisini çıkmaz bir sokakta hissediyordu. Sorduğu bütün sorulardan yalnızca kısa ve net cevaplar alabiliyordu. Aynı zamanda hayatta olduğu için içten içe seviniyordu.
“Neden hayatta kalmam gerekiyor?”
“Gelecekteki benliğinizin zarar görmemesi için.”
“Nasıl yani?”
“Bu zaman diliminde öldüğünüz takdirde gelecekteki benliğiniz de yok olur.”
Murat göz kapaklarını ovuşturdu. Robota doğru bir adım attı. “Sanırım böylesi daha iyi olur!”
“Vakit daralıyor, sizi güvenli bir yere götüreceğim.”
Murat bu hurda yığınına inanmak istemiyordu. “Yeter anladık! Bana mantıklı bir sebep söylemeden buradan hiç bir yere gitmeyeceğim!”
“Robotları siz gönderdiniz. İnsanlığı yok etmek için. Ben de sizin güvenliğinizi sağlamakla görevliyim.”
Ayla ufak bir çığlık attı. Murat’ın gözleri gittikçe manasızlaştı. “Bana tek bir sebep söyle, bütün insanlığı yok etmek için tek bir sebep!”
Robot, Murat’a doğru bir adım attı, önünde dikildi. Ağzından şu latince kelimeler döküldü:
“Humano die peribunt, causa est quia in mundo.”
Murat acı acı robota baktı. Cümle bittiğinde derin bir nefes aldı ve arkasından tekrar etti:
“İnsanlık bir gün yok olacak, dünyanın iyiliği için!”