“Bana edebiyat yapma! Düşündüğünü açıkça söyle!” gibi deyişe sahip olan bir toplumda yaşıyoruz. Bu cümle, toplum olarak ‘edebiyat’ kavramına ne gözle baktığımızı gözler önüne seriyor. Edebiyat kavramı toplumumuzda; “yapay, yüzeysel, süslü püslü kelimeler kullanılan, boş ve gereksiz” gibi anlamlara geliyor. Fakat buna rağmen, her geçen gün yeni kitaplar basılıyor, yeni yazarlar piyasaya çıkıyor, yeni edebiyat dergileri türüyor.
Kitap okuma oranı en düşük olan ülkelerden biriyiz. Peki nasıl oluyor da bir sürü kitap basılıyor, birçok yeni edebiyat dergileri yayınlanıyor, her geçen gün bir yazar piyasaya çıkıyor? Sizce de bu işte bir terslik yok mu? Okumaktan çok yazıyor muyuz?
İnternet ile her şeye erişmek kolaylaştı. İstediğimiz herhangi bir bilgiye anında ulaşabiliyoruz. Gün geçtikçe internete daha fazla ayak uyduruyoruz. Sosyal paylaşım siteleri ve blog kullanıcılarının sayısı her geçen artıyor. Buna bağlı olarak, teknoloji de hızla gelişiyor. Bilgisayarlar, cep telefonları ve diğer elektronik cihazlar hayatımıza giriyor. Keza, baskı makineleri de artıyor. Önceden sayıları az ve üretim aşaması zahmetli olan yayıncılık sektörünün, teknoloji ile beraber üretim aşaması kolaylaştı. Matbaaların, basım ve yayınevlerinin sayısı arttı. Böyle bir ortamda kitap ve dergi gibi yayınları çıkarmak kolay hale geldi.
Piyasa Dergiciliği
1980’lerin başından itibaren, politik dergilerin sahneden çekilmesi ile birlikte dergicilik sektöründe önemli bir artış meydana geldi. Yayıncılık sektörü çekici bir hale gelince, edebiyat dergilerinin artması da kaçınılmaz oldu.
Son birkaç yıldır dergicikte hareketlilik yaşanıyor. “Hayvan” ve “Öküz” ile başlayan bu hareketlilik; “Ot”, “Kafa” ve “Bavul” gibi dergilerle daha ilginç bir hal aldı. Alışılmışın dışında ‘edebiyat’ dergileri oldu bunlar. Edebiyat dergisi denince ilk akla gelen; “Varlık”, “Adam Sanat” ve “Türk Edebiyatı” gibi alıştığımız dergilerden farklı olarak piyasaya çıktılar ve kendi piyasalarını yarattılar. Aslında bu yaratılan piyasa da, internet ve sosyal medya etkisi yaptı toplumda. Herkes bu dergileri takip etmeye, beğendikleri yazı ve görsellerin fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşmaya ve bu dergilerde yazmaya başladı. Bu yüzden de ‘popüler kültür’ harikası oldular.
Bu dergilerin içeriklerine gelelim. Çoğu birbirinin aynısı, kapaklarına kadar. Alttan alttan bir siyaset, kendilerinin yarattığı bu piyasadan yetişen yazarlar, aynı yazı fontları, aynı tasarım… Bir de kendi yarattıkları bir gündem var tabi. Bu dergilerle birlikte ‘yazar’ olan şarkıcı ve oyuncuları da saymazsak olmaz. Büyük yayınevlerinin tanıtım ve reklamları, bir ‘arabesk’ aşkı, sokak kültürü, çay ve oralet sevdası da vazgeçilmezleri.
Bunların hepsi iyi hoş da, niteliği olmayan şeyler. Evet, belli bir piyasa değerleri var tabi. Ama bu dergilerin edebi niteliği ne yazık ki yok. Popüler kültür örneği dergiler bunlar. İnternet bloglarından farksızlar. Sosyal paylaşım sitesi kıvamındalar. Her şeyden biraz biraz var içlerinde. Nabza göre şerbet misali.
Bir edebiyat dergisi düşünün ki, kapağında Müslüm Gürses yer alsın. Bir edebiyat dergisi düşünün ki, kapağında Sezen Aksu, Kazım Koyuncu, Cem Yılmaz yer alsın. Virginia Woolf, Camus, Sartre, Tanpınar, Peyami Safa ya da Poe olmaz o kapaklar. Çünkü piyasaları yoktur. Satamazlar. Kafka, Oğuz Atay, Cemal Süreya olur. Toplumun göz bebeği olan yazarlar bunlar çünkü. Bu yüzden daima alıcıları vardır.
Yazar sıkıntıları yoktur; çünkü piyasa yeni nesil yazarla dolu. Arabesk, çay, sigara temalarıyla yazı ya da şiir yazan bir sürü yazar var onlar için. Cümleyi devrik yazdığında, onun edebiyat olduğunu düşünen, blog yazan ve edebiyatı bu dergilerden ibaret sanan yüzlerce yazar var. Bu dergilerin de her ay doldurması gereken sayfalar, sütunlar var. O ayı kurtarmak için böyle yazarlara sarılıyorlar. Çoğu da unvan sahibi kişiler aslında. Twitter fenomeni, yaşam koçu, kişisel gelişim uzmanı falan hepsi.
Şimdi gelelim en başa… Teknoloji bu kadar gelişmemişken, piyasada az ama nitelikli yayınlar vardı. Basılan kitaplar, yayımlanan dergiler edebi değer taşıyordu. Şimdi ise piyasa değeri var bu yayınların. Satarsa basılır. Nitelikli olup olmadığı tartışılmaz. Ama yayıncılık bu değildir. Yayıncılık, kültür işidir, sanat işidir. Kültürüne neyin doğru hizmet edeceğini düşünmektir. Neyin çok satacağını düşünmek değil.
Bu piyasa dergiler toplumumuzun bir parçası oldular artık. Onları yok sayamayız. Yine popüler kültürü yaşamaya ve yaşatmaya devam edecekler. Fakat bu dergilerin yayıncılarından önemli bir ricam var. Lütfen dergilerinize ‘edebiyat dergisi’ demeyin. Gerçek edebiyat dergilerine haksızlık yapmayın artık. Siz kendi piyasanızda kavrulun, bizler de edebiyatın içinde…
1 comment
eleştirilerinizin çoğuna katılmakla birlikte bazı noktalarına değinmeden geçemedim. öncelikle gerçekten edebiyat dediğiniz gibi çay muhabbeti yapıp devrik cümle kurmakla tamamlanacak bir vücut değildir. ayrıca en çok da alttan alta tüm içerikleri kapsayan siyaset ve neredeyse birbirinin aynısı olan kapaklar,tasarımlar benim de gözlerimi rahatsız etmeye başladı. fakat dürüst olmalıyım bu dergilerin çoğunu ara sıra alıp okuyorum.çünkü gerçekten dergi kültürünün düsturu olan ilginç konulara değinilen yazılarından tut da kitaplarından tanıdığımız yazarların düşünce yazılarını okumak bence büyük keyif ve yarar sağlıyor. zaten bu dergilerin çoğu kendine sadece edebiyat dergisi demiyor da. çoğu kültür sanat dergisi olarak geçiyor. bu yüzden aslında gençleri kendine çekmesi yönünden yararlarını göz ardı edemeyiz. çünkü hiç okumayan biri sırf popüler olmasından dolayı bu dergileri eline alıyor ve içinde az az değinilmiş konuları ismi verilip fazla açıklanmamış yazarları araştırıp okuma alışkanlığı kazanabiliyor. çevremde bunun örneklerini çok gördüm. çok uzattım sanırım ama kafamda benim de bu konuda bir yazı hazırlamak vardı ve tesadüf oldu. gerçekten popüler kültür dediğimiz şeyin edebiyatın niteliğini bazı yönlerden aşağı çektiği apaçık. bu konuda bilinçli olup okuduklarımızı da seçmemiz çok önemli ve bu konuya değinen yazınız için de teşekkür ediyorum.