Üzerinde sadece küçük bir ekran bulunan metal masanın başındaki iki kişi, sessizce düşük kalitedeki yayını takip ediyordu. Ufak tefek olan neşeliydi ve önemli anın gelmesini sabırsızlıkla beklerken kıpır kıpırdı. Diğerinin ise, gönülsüzce de olsa gelmek zorunda olduğu bu buluşmanın bir an önce bitmesini istediği her halinden belli oluyordu. Gizlemek için çaba sarf etmediği memnuniyetsizliği, neşeli olanın tekrar konuşarak gergin havayı dağıtmayı denemesine neden oldu;
– Başlamak üzere. Az sonra ne kadar dürüst bir satıcı olduğum ispatlanmış olacak.
Bu sözlerden sonra attığı kahkaha, diğerinin de hafifçe tebessüm etmesine neden oldu;
– Ona ne şüphe! Ama sıkılmaya başladım. Neden hala bekliyoruz?
– Programa üye tüm ülkelerin temsilcileri orada ama Barış Ağı üzerinden de canlı yayın yapılıyor. Kimlerin izlediğini bir bilsen… Kararlaştırılan saatin gelmesini bekliyorlar.
– Barış Ağı mı?
– Evet. Tüm gizli ve pis işlerin ismine “barış” kelimesini katmak bir gelenektir. Bu da öyle. Sadece üye ülkelerin üst düzey isimlerinin girebildiği ve çok sıkı korunan bir iletişim ağı.
– Ve sen bu ağın güvenliğini kırmayı başardın?
Neşeli olan sırıtarak yanıt verdi;
– Hayır, ağdaki verilere ulaşmanın daha kolay yollarını biliyorum; üye ülkelerden birinde güçlü bağlantılara sahip olmak gibi.
Bu sözlerden sonra her ikisi de dikkatlerini tekrar küçük ekrana verdiler. On – on beş kadar temsilcinin hazır bulunduğu mütevazı tören başlamak üzereydi. Kamera, beyazların arasındaki siyah saçları sayılabilecek kadar az olan bir adama çevrildi. Ekrana yanıt isteyen gözlerle bakan somurtkan arkadaşına açıklama yapmak neşeli izleyiciye düşmüştü;
– Bu adamın adı Ertu Mansfer. Galaksinin Kapısı programının her şeyi. Muhtemelen birkaç şey söyleyecektir.
Gerçekten de ekrandaki adam boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. Kısa ve pek de resmi olmayan bir girişten sonra, beklenenin aksine artan bir heyecanla sözlerine devam etti;
“Çocukluğumdan beri her gece bilimkurgu okur, öyle uykuya dalarım. Hikâyelerden ziyade, yarı uyur yarı uyanık halimle hayal kurmaktır aslında bana çekici gelen. Galaksinin Kapısı da bu hayal dünyası yolculuklarından birinde şekillendi. Merkür sayesinde Güneş’in muazzam enerjisinden yararlanma fikri, Asimov’un bir öyküsünden sonra zihnimde oluşan uçsuz bucaksız yolun ilk durağıdır. Büyük Usta’nın aklına gelmiş miydi bilinmez ama biz anti-madde depolarımızı Güneş’in enerjisi ile doldurmayı başardık. Tam yirmi beş yıl. Önünde durduğumuz yakıt hücrelerinin, sarı devin muazzam enerjisinden elde edilen anti-madde ile doldurulması tam yirmi beş yılımızı aldı. Yeni nesil roketlerimizin ihtiyaç duyduğu enerji artık avuçlarımızda. Sizlerin maddi desteği olmadan bu işin başarılması imkânsızdı. İleri görüşlülüğünüz, galakside saklı zenginliklere ilk dokunanlar olmanızı sağlayacak. Yeni bir keşifler çağı; galaksinin kapıları insanoğluna açılıyor. Az sonra sizlerin de tanıklığıyla, depolardaki yakıt hücreleri roket üzerindeki yerlerine aktarılacak.”
Bu heyecanlı konuşmanın ardından, kapaklar açılmaya başladı. Otuz yıl önce başlayan programın ilk aşaması, Merkür’ün Güneş’e bakan yüzüne devasa güneş panelleri kurmak olmuştu. Bu paneller sayesinde elde edilen enerji anti-madde üretmek için kullanılmış, depolanan hazine özel hücrelerde biriktirilmişti. Az sonra bu paha biçilmez yakıt, roket üzerindeki yerine aktarılacak ve anti-madde motorlu yeni nesil uzay aracı uçuşa hazır hale gelecekti. Mütevazı töreni hem Barış Ağı üzerinden hem de bizzat yerinde izlemekte olan herkes heyecanlıydı.
Kapaklar tamamen açılıp yakıt hücrelerinin bulunması gereken yerde hiçbir şey olmadığı ortaya çıktığında Ertu Mansfer’in yüzü, yetmiş iki yıllık hayatı boyunca hiçbir zaman takınmadığı bir ifadeye büründü. Zihni, karşısındaki manzarayı kabullenemiyor, gözleri ise gerçeği olanca çıplaklığıyla haykırıyordu. Duygularının dışa vurumu da zihninde kopan fırtınaların kaotik görüntüsünü yansıtmaktaydı; öfke, hayal kırıklığı, merak ve çöküş. Olayın tanıkları arasında, karşılarındaki manzarayı kayıtsız hatta neşeli biçimde karşılayan sadece iki kişi vardı ve onlar da masanın üstündeki küçük ekranı kapatmışlardı. Neşeli olan masadan uzaklaşarak tekrar konuşmaya başladı;
– Herhalde enerji hücrelerinin kaynağı hakkında artık bir şüphen kalmamıştır?
Sözlerin muhatabı artık daha neşeli, hatta biraz da mahcup görünüyordu. Sakince yanıt verdi;
– Julo, dostum. Bunu sormak zorunda olduğumu biliyorsun. Gelişmiş bir medeniyetin birikimini, aranan bir hırsızdan satın alarak başımı belaya sokmak istemememi anlarsın sanırım.
– Haksızsın diyemem. Ama unutma ki bu işte yeni değilim. Galakside kime bulaşılmaması gerektiğini iyi bilirim. Bu defakiler çok saf; böylesine değerli bir hazineyi korumaları gerektiğinin farkında dahi değiller. Kendilerinden başka hiç kimsenin Merkür’e gidip o hücrelere ulaşabileceğini akıllarına bile getirmemişler. Uzunca bir süre bize bu medeniyetten bir zarar gelmeyeceğinden emin olabilirsin.
– Evet, artık şüphem yok.
Bu sözlerden sonra, dünyadan on iki ışık dakikası uzakta birbirine kenetlenmiş iki uzay aracında kısa bir hareketlilik yaşandı. Ödeme yapıldı, anti-madde hücreleri büyük olan gemiye aktarıldı ve her iki araç galaksinin farklı bölgelerine doğru yola çıktı. Büyük gemideki müşteri, ucuza aldığı enerji hücrelerinin verdiği mutlulukla sekiz gözünü kapatarak huzurlu bir uykuya dalmıştı. Aksi yönde ilerlemekte olan araçtaysa, galaksinin en azılı hırsızlarından olan Julo Meti, her iki beyniyle de bir sonraki hedefi bulma işine kafa yoruyordu.