Bisikletine atladığında o kasvet çekmişti sanki onu buraya.
Gökyüzünün inatçı siyahlığında ay, bembeyaz parıldıyor ve önündeki yalnız kalmış tek bulutu daha fark edilebilir kılıyordu. O çocuk da bu gecede bomboş kalmış şehrin top sahasında delice tur atıyordu. Etrafa toz kaldırıyordu, zikzaklarla ilerliyordu. Şımarabildiği kadar şımarıyordu. Hayatında eline hiç geçmemiş bir özgürlüğe sahipti sanki o an. Düşünceleri de bu güvenle birlikte kanatlanıp uçmuştu. Her pedal çevirişinde sanki yükseliyordu göğe. Kim sorsa terslerdi o anda. Yükseldiğine o kadar emindi ki. Uçuyordu.
Yaşamadığı bir şeyi yaşarken, tüm varoluşun yer aldığı ütopik bir yüksekliğin en tepesine çıkıp oturmuş gibiydi. Başka bir şeydi bu. Yeni denizlere yelken açan hayatında farklılık ve daimiliğin kanıtıydı, yol göstericisiydi. Tatmadığı duyguların doruğundayken aniden alnına bir şey çarptı. Son hızla ilerlerken alnında bir basınç hissetti ve yaşanmışlığı ya da yaşadığı ortama göre bu bir çarpışmaya işaretti. Bisikleti hemen durdurmaya çalıştı ama tekeri kaydı. Büyük bir toz kütlesiyle birlikte bisikletin üzerinden yuvarlandı. Kendini yerde bulduğunda alnına neyin çarpmış olabileceğini düşünüyordu. Etrafa bakındığında hiçbir şey yoktu. Bir kuş olabilir miydi? Bu zifiri karanlıkta önünü göremeyen bir kuştu belki. Herhangi bir şeyden herhangi bir iz yoktu. Az önce yaşanmış olayın üzerine, bunun yaşandığının kanıtı olan bir ipucu yoktu. Ne havaya kalkan bir toz, ne bir kanat çırpışı ya da alnına çarpan her neyse onun sesi. Yoktu.
Yaşanmamışlığın doruğunda, farklılık hayalleri peşinde, hayal gücünü özgür bırakmışken şimdi onu bir güç bulunduğu yükseklikten sıkıca kavrayıp gayet sert bir şekilde zemine yapıştırmıştı. Bunun şikayetçisi değil şaşkınıydı o anda. Ne olup bittiğinin farkında değildi. Ne biraz önce yaşadığı olaya, tattığı duygulara aşinaydı ne de sonrasındakini açıklayabilecek deneyimi. Alnına ne çarptığını bir türlü çözememişti.
Ve hiçbir zaman bunu öğrenemedi.