Her zaman olduğu gibi aniden kafama düşüp göz kapaklarımı açmama neden olan bir bilinç tanesiyle uyandım. Yukarı karanın zayıf noktalarından sızmayı başaran güneş ışınları penceremin demir parmaklıklarını lanetleyerek geçiyor ve tiksinç bir şekilde odamı aydınlatıyordu. Çok geçmeden kıta bulutlarının en büyüklerinden olan sabancı bulutu zayıf noktaların önünü kapatarak tehlikeyi önledi fakat hiç şüphe yok ki yeterli gaz tüketimini yapamayıp böyle büyük bir hataya neden olan fabrikalar en iyi şekilde cezalandırılacaktı. Ailemize utançtan başka bir şey getirmeyen büyükdedem kuşkusuz kendisi gibi akıl hastası olan arkadaşlarının gök karada uçan canlılar gördüklerini hatta onlara şiir yazdıklarını anlatırdı. Ailemizden kimse bu yaşlı ve sıska deliden hoşlanmaz ondan nefret ederlerdi, zaten yaşı 312 olup da değeri 48 olan bir heriften kim nefret etmezdi ki. Benim bile yaşım daha 17 olmasına rağmen okul puanlarım toplumsal statü borsasında değerlendirilip patronlara satıldığı vakit değerim yaklaşık olarak 2500 kadarken bu yaşlı mitçi dangalağın neler yapıp da değerini bu kadar düşürdüğünü tahmin bile edemiyorum. Kendisinin büyük bir heyecanla anlattığı karanlık efsanelere göre, eskiden dünyamız şimdi olduğu gibi mükemmel bir yer değilmiş ve orada bizim gözle göremeyeceğimiz kadar küçük olan adlarına ilham ya da esin denen tehlikeli cinler varmış. Bu cinlerin içine girdiği insanlara sanatçı denirmiş ve bu kişiler sadece kendilerini düşünüp sırf yüreklerini rahatlatmak için özgürlük adı altında sloganlar atarak atalarımızın akıllarını karıştırırlarmış. İşte bu özgürlük tutkunu şeytani sanat muhipleri yüzünden atalarımız devlet babanın bizlere verdiği temiz yiyeceklerini ve evlerini terk edip bina yiyen elektriksiz ormanlara gitmiş ve oralarda kahkaha denen sapkınca davranışlar göstererek tamamıyla faydadan yoksun olarak birbirlerine yardım ederlermiş. Çok şükür ki bu zehirli fikirler iyice yayılmadan koruyucu çelikler gelmiş ve bir daha böyle olayların yaşanmaması için başta zehirli kitaplar ve sanatçılar olmak üzere herkesi ve her şeyi içinde bulundukları korkunç orman ile birlikte yakarak yok etmiş.
Zannımca bu ve bunun gibi kötü olayların yaşanmasında ki en büyük etken o dönemin eğitim sistemindeki eksiklikler olmalı yani eğer eğitim sıkı tutulup devletimizin ilkeleri ve disiplini öğrencilerde içkinleşene kadar baskılanırsa ne diye böyle saçmalıklar yaşansın ki. Mükemmel bir makine gibi tıkır tıkır işleyen topluluklarımız ve yüce devletimiz olmasa halimiz nice olurdu. Hiç anlamıyorum insan neden sahip olduğu nesneleri bırakıp da özne olmak gibi saçma bir fikre kapılır. Nasıl ki yapboz parçaları birleştiği vakit tam olursa devletimizi oluşturan bireylerde sahip oldukları mülkiyetler kadar tam olabilirler.Şimdilerde böyle insanlar olmadığı için devletimiz bu kadar gelişebildi ve önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde, büyükdedem ve onun gibiler yok olduğu vakit devletimiz insansız bir devlet olarak en üst seviyeye gelecek. Şu anda sonuna yaklaştığım düşün ağırlıklı günlüklerin yazılış amacı da tam olarak budur yani yeni neslin azınlıkta bile olsa eski nesle benzememesi. İnsanın aciz bir varlık olması ve bireyleşme evrelerinde değişime açık olmasından dolayı her çocuk okulun ilk gününden bireyliğin ilk gününe kadar geçirdiği bu değişiklikleri günlüklerine yazmak ve günü gününe öğretmenlerine teslim etmek zorundadır. Bu sayede eğer çocuklarının herhangi birinde herhangi bir insanlık gelişimi görülürse hemen müdahale edilir. Devletin gelişimi çiftliğin gelişimine çok benzer nasıl ki ambarı çok olan çiftlik gelişmiş demekse beyinleri ambar olan bireylerin çok olduğu devlet de gelişmiş demektir. Bu iki kurumun da yaptıkları aynı şeydir, ekmek biçmek ve satmak.
NOT: Edebiyat derslerinin kaldırılması konusunda sahip olduğum şüpheleri ve gereksiz düşünceleri yok ettiği için Öğretmen Hiçır’a teşekkür ederim. Dediğiniz gibi eğer gereken yapılmaz ise sonumuz dedelerimize benzeyerek devletimize büyük zararlar vermeye başlar.