…ya bu içimde mekan tutan azad edilmişliği reddeden sukünetini kime emanet edeyim?
GEL
“İlaç alsan iyi olur.” dedi Ada.
Çok kötü görünüyordu Deniz. İçince kırmızılaşan yüzü, sıcaktan dolayı hafiften terlemeye yüz tutmuş, bu sefer içki aramaz olmuştu. Bu Ada’yı tedirgin etti biraz, iki gündür beraberlerdi o otel odasında. Acaba benden sıkıldı mı, diye düşündü, ya da şu an benimle olmak istemiyor muydu? Sonuçta o da erkek, o da neden diğerleri gibi olmasın.Ve sadece başım ağrıyor, diyerek kestirip atmıştı. “Ayrıca yeni ayrılmış bir erkek her kadınla beraber olabilir.” diye düşündü. “Hayır.” dedi kendi kendine sonra, “Karşımdaki bu adam bu kadar basit oyunlara başvuracak kadar sıradan değil.” Yıldızlı bir gecede konuştuklarını derleyip duygularını belli etmemiş miydi bu adam?
Ben de kötüyüm aslında diye düşündü sonra, hayatımda şu karşımdaki adam dışında hiçbir şey doğru gitmiyordu bu aralar, hala boşanamadığım kocam, işyerindeki beyin basurlu insancıklar. Acaba bunu yansıtıyormuyum dedi tekrar. Sonra geç kahvaltı masasındaki ev yapımı böreklere benzeyen böreklerden bir tane daha aldı, peçeteye sarıp dudaklarına götürdü.
Hava inanılmaz boğucuydu. Sanki Kızılderililer işaretleşmek için kocaman bir ateş yakmış ve bu ateşin dumanları tüm kasabanın üstünü kapatmış, güneş bu dumanların arkasında kalmış, hafiften nem ve yaklaşık otuz derecelik ısı birleşince o sahil kasabasının -her sahil kasabasında mutlaka olan- çay bahçesinde ikisinin üstüne çökmüş ve iki gecedir terlemeyen vücutları ıslanmaya başlamıştı. Acaba Kızılderili duman işaretlerinde bu duman ne anlama gelir, diye düşündü, sonra gülümsedi. Deniz’e neden uzaklara geldiklerini, neden hep küçük kaçamaklar yaptıklarını açıklama zamanı gelmişti artık yanlış anlayabilirdi.
“Gittikçe kendine benzetiyor beni bu adam.” dedi kendi kendine ve biraz sonra bu gülümsemeyi Deniz’e nasıl açıklayacağı konusunda pratik bir yalan buldu hemen. Yan masadaki doğru ya da yanlış çiftler çocukları ve arkadaşlarıyla beraber o an orada bulunmanın büyük bir şans olduğunu ispat etmek istercesine kendilerini sahile atmış ve üstlerinde bu görevi yerine getirmenin rahatlığıyla çaylarını yudumluyorlar, çocuklar ise hemen yan tarafta muhtemelen hiç bir dertleri olmayan ve denizde oldukları halde beslene beslene çiftliklerde üretilen arkadaşlarına nispet yaparcasına iştah kabartan bir fiziğe gelen, teneffüslerde hiç bir amacı olmayan öğrencilerin, koridorlarda bir o yana bir bu yana koşuştukları gibi dans eden balıklara fırından yeni çıkmış ekmekleri atıyorlardı.
Babalar çocuklarına ekmek atma konusunda talimatlar veriyor, çocuklar bu talimatları dinlemiyor, sıkıldıkları andan itibaren ekmekleri bütün bütün denize atmaya başlıyorlardı.
GİT
“Sende var değil mi ağrı kesici?” diye sordu Deniz.
Sadece rakı içince ağrırdı başı ama bu kez otel odasında iki gece geçirdiği kumrallıkla esmerliğin en güzel karışımı olan, o an o yarımadadaki değil bu coğrafyaya gelen en güzel kadınla beraber olmak aynı etkiyi yapmıştı. Sonra baş ağrısının ne sıcaktan ne de o nemli otel odasından kaynaklandığını anladı. Ada’nın sözleriydi onun başını ağrıtan. O iki kelime, aslında çoğu insana göre çok şey ifade eden ama Deniz’in hemen oracıkta kavrayıverdiği o iki sözcük… O iki sözcük Ada’dan mesajdı. Sözcükler, aslında ikimiz asla beraber olamayız, eninde sonunda ayrılacağız ve bu da çok trajik olacak, demek istiyordu.
“Sen çok iyi bir insansın.”
Evet, tam olarak bunları söylemişti Ada dün gece. Eğer bir kadın sevebileceği bir erkeğe çok iyi bir insansın diyorsa, onu sevmiyor demektir. En azından Deniz bunu bilecek kadar çok kadınla beraber olmuştu. “Neden?” diye düşündü Deniz, “O zaman neden şimdi benimle?” Hala boşanamamış olması, kocasından intikam almayacağı anlamına gelmiyor değildi, ama bu tür oyunlara başvuracak bir kadın değildi o. Sonra onun sadece acılarıyla ortak olduğunu düşündü. Beyninin içine girememişti hiç Deniz, izin vermemişti Ada, onun yerine bacak arasını feda etmişti.
“Evet…” diye mırıldandı Deniz. “Karşımdaki kadınla acılarımız dışında hiçbir şeyimiz ortak değil. Her birlikte olduğumuzda ikimiz de birbirimize acılarımızı kusarak rahatlamaya çalışıyoruz. Olan biten bu. Beni terk edecek, acılarını bitirdiği anda beni terk edecek.” Birden bir süre önce kendine gönderdiği şiiri yıldırım gibi düştü beynine.
elimi ayağımı bağlıyor sensizlik, ardından yetişemiyorum
dönüp bakmak neden gelmez aklına?
Yazmaktan nasır tutan parmaklarımla ardındayım
parmağımda siyah alyansım koynumda ametisle
bir nefes ardındayım sevgili.
“Ne kadar aptalım, nasıl göremedim?” diye düşündü, aşk acısı çekiyordu Ada, yoksa bu satırları nasıl yazabilirdi? Evet benimle kemoterapi yapıyor artık eminim. Tedavi bitince beni terkedecek. Yüreği Deniz’den taraf değil.
Hava inanılmaz boğucuydu. Sanki Kızılderililer işaretleşmek için kocaman bir ateş yakmış ve bu ateşin dumanları tüm kasabanın üstünü kapatmış, güneş bu dumanların arkasında kalmış, hafiften nem ve yaklaşık otuz derecelik ısıyla birleşince o sahil kasabasının -her sahil kasabasında mutlaka olan- çay bahçesinde ikisinin üstüne çökmüş ve iki gecedir terlemeyen vücutları ıslanmaya başlamıştı. “Acaba Kızılderili duman işaretlerinde bu duman ne anlama gelir?” diye düşündü. Gülümsemeye çalıştı ama yapamadı. Deniz’i asıl terleten terkedilme hissi oldu. “Acaba şu anda ne düşünüyor?” dedi içinden. Sonra neden hep gözlerden uzak yerlere gittikleride gün ışığına çıkmıştı artık, “Benimle görülmek istemiyor, bu kadar basit.”
Ada şimdi karşısında gülümsüyordu. Gerçek olabilirdi bu gülümseme. “Acaba ne kadar devam edecek, benden ne zaman kurtulmak isteyecek?”
Yan masadaki doğru ya da yanlış çiftler çocukları ve arkadaşlarıyla beraber o an orada bulunmanın büyük bir şans olduğunu ispat etmek istercesine kendilerini sahile atmış ve üstlerinde bu görevi yerine getirmenin rahatlığıyla çaylarınıı yudumluyorlar, çocuklar ise hemen yan tarafta muhtemelen hiçbir dertleri olmayan ve denizde oldukları halde beslene beslene çiftliklerde üretilen arkadaşlarına nispet yaparcasına iştah kabartan bir fiziğe gelen, teneffüslerde hiçbir amacı olmayan öğrencilerin, koridorlarda bir oyana bir bu yana koşuştukları gibi danseden balıklara fırından yeni çıkmış ekmekleri atıyorlardı.
Babalar çocuklarına ekmek atma konusunda talimatlar veriyor, çocuklar bu talimatları dinlemiyor, sıkıldıkları andan itibaren ekmekleri bütün bütün denize atmaya başlıyorlardı.
2007 Güllük Bodrum