“Ee,” diye devam etti gözlüklü, “biraz da evdeki durumdan konuşalım.”
“Konuşalım.” dedim.
“Nasıldı? Yani, size karşı nasıl davranıyordu?”
“İyiydi. Yani aslında hep iyiydi, evde de aynıydı haliyle. Genelde akşam yemeğimizi beraber yerdik. Öyle kısa bir yemek değil ha, ağır ağır, sohbet ederek yerdik. Sonra ben sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkardım. O beni izlerdi.”
“Bu sizi rahatsız etmez miydi?”
“Hayır, neden etsin? Onun huyu, her ne yaparsam izler beni. Hoşuma da gider hani.”
“Peki, sonra?”
“Sonra, ben gelip otururdum kanepeye. O da yanıma otururdu. Genelde sarılıp kitap okur veya müzik dinlerdik.”
Tek kaşını kaldırdı.
“Bakmayın öyle,” dedim, “gerçekten yapardık. Varsa bir film de izleyebilirdik bunları bırakıp.”
“Bu zamanda garip bulduğumdan.”
“Siz de haklısınız.”
“Peki ona sormaz mıydınız, nereye gidiyor, kimlerle, ne yapıyor?”
“Sormazdım. Keyfi kaçsın istemezdim. Birkaç kere sordum, cevap alamadım. Onu kırmak istemem.”
“Ama bu kez siz kırılıyorsunuz? Hem, bunu geceleri de yapıyor demiştiniz, mesela geçen hafta?”
“Yapıyor, hatta dün gece de yaptı. Öylece, bir şey söylemeden kalkıp gitti. Ancak bilmiyorum. Nereye gittiğini soramıyorum.”
“Şöyle sorayım o halde,” diyerek bacak bacak üstüne attı, “size hiçbir şeyi mi anlatmaz yoksa yalnızca bunu mu söylemiyor?”
“Yook,” dedim, “tabii ki anlatır. Zaten benden başka kime anlatacak? Sadece nereye gittiğini söylemiyor. Suskun kalıyor. Her şey güzel ve yolundayken bir bakıyorum, yanımda yok.”
“Gittiğinin farkına varmıyor musunuz?”
“Çoğu kez zor varıyorum. Bunu zaten hep yataktayken yapıyor. O küçük odaya girip tek kişilik yatağa beraber yatıyoruz. Sonra onu ya kapıdan çıkarken görüyorum ya da hiç görmüyorum. Bazen daire kapısını kapattığını duyduğum oluyor. Hatta ondan biraz sonra da apartmanın eski kapısını vuruyor üstüne.”
“Çok garip,” dedi, “belki rahatsız oluyordur orada öyle sıkışık yatmaktan? Ya bir madde alışkanlığı, veya.. herhangi bir durumu var mı, buna benzer?”
“Ama o çok sever orada yatmayı. Yok, olur mu, sadece çok fazla kahve içer.
Not aldığı sayfaya bakıp dudaklarını büzdü.
“Bence siz bunu bu kadar dert etmeyin. Yani gidin bu akşam, eve geldiğinde alın karşınıza, konuşun. Hatta geldiğinde yine güzel bir sofra hazırlamış olun. Konuşularak çözülmeyecek bir şey yok ki.”
“Pek kolay olmuyor. Tiyatrodan zaten oldukça yorgun geliyor. Gün boyu prova etmiş, yazmış, prova etmiş, izlemiş, tekrar prova almış.. yoruluyor.”
“Anlıyorum, ama siz yine de bir deneyin. Sanatla uğraşan birinin empati kuramamasını bekleyemeyiz, değil mi? Mutlaka dinleyecektir sizi.
Anlayışsızlık etmemeli.”
“Etmez, hiç etmez. Sadece nereye gittiğini söylemiyor.. Ne halde olduğumu bilse de söylemiyor.”
“Peki siz hiç takip etmediniz mi onu? Bu kadar kurcalıyorsa aklınızı?”
“Etmek istedim, edemedim.”
“Ona güvendiğinizden mi?”
“Hayır, beceremediğimden.”
“Yani kalkıp gittiğini geç fark ettiğinizden mi?”
“Hayır hayır, öyle değil. Gidişini hemen oda kapısının dibindeyken fark etsem bile peşinden gidemediğim oluyor. Hemen kalksam koridorda yok, koridoru geçsem dış kapının ardında, dışarı çıksam apartman boşluğunun dibinde, oraya koştursam sokağa çıkmış.. Sokağa çıksam eminim, orada da olmayacak. Ben kaldırımlar boyu, adım adım onu takip edecek ve bir türlü yakalayamayacağım.”
“Ya uyuduğunuzu düşünüp, sizden kaçıyorsa?”
“Neden kaçsın.. Bence o sadece bir şeye mecbur olduğu için gidiyor.”
Cevap vermeden kapattı not defterini.
“Bugünlük yeter mi? Hem vaktimiz doldu.”
“Yeter elbette.” dedim ayağa kalkarken.
Elimi sıktı. “Haftaya aynı saatte bekliyorum.”
“Gelmeye çalışacağım.” dedim. Gitmeyecektim. Eşin dostun ısrarıyla geldiğim bu adam da beni anlamıyordu. Büyük bir sabırla, uzun uzun dinliyor; ama yine de anlamıyordu. Yahut ben, etrafımdaki kimseye anlatamadığım gibi ona da anlatamıyor, sonunda yine kendimle kalıyordum.
Eve gittim. Kapıyı açtım. İçeride yoktu. Daha gelmemiş olmalıydı. Kanepeye iliştim. Onu dizime yatırıp yüzünü okşadığım kanepeydi bu. Biraz bekledim. Hiç ses yoktu. Kalkıp yürüdüm, odasına baktım. Yoktu. Yalnızca fotoğrafı duvarın bir köşesinden beni izliyordu. Dönüp masama oturdum. Öylece bekledim. Anahtarını kilide sokmasını, topuzu itmesini, içeri gıcırtıyla bir adım atıp bana seslenmesini bekledim. Saate baktım. İçimde birbirine karşıt bir sürü his, bir sürü umut vardı. Ne de olsa birazdan gelir, kollarıma başını koyup yarı uykulu dinlenirdi. Sonra gecenin bir yarısı kalkıp giden hayali, beni yalnızlığımla baş başa bırakırdı.
Öldüğünden beri hiç gelmemişti, gelmeyecekti; biliyordum.
Ama yine de geceleri nereye gidiyor.. anlayamıyordum.