Hadi dostlar, bu gün tarihin derinliklerine doğru, yelkenli bir gemiyle; seyahate çıkalım!
Bin yıl geriye (1048)’e varınca, yelkenleri indirip, limana demir atalım.
“Karanlık Aydınlıktan, Yalan doğrudan kaçar.
Güneş yalnız da olsa etrafa ışık saçar.
Üzülme, doğruların kaderidir yalnızlık,
Kargalar sürüyle, Kartallar yalnız uçar…” diyen Ömer Hayyam’la tanışalım.
Ne zaman Hayyam’ı okusam onun ebediyete intikal etmiş olduğuna bir türlü gönlüm inanmaz!
İşte bu yüzden çok istedim Hayyam’la tanışmayı.
Açık denizde yelkenli bir gemiyle nostaljik bir yolculuğun düşünü yattım, hayalini gördüm.
İkna etmek çok kolay olmadı Hayyam’ı, aylarca, günlerce bekledim!
Kısmet bu güneymiş!
Yaşadığı dönemin ve çağın, haksızlıklarını, saçmalıklarını; ince ve alaycı bir dille hicveden, o filozof’la, bu gün aynı gemide yolculuk edeceğiz!
Yalnız yaşadığı döneme mi aydınlık saçmış, yoksa bin yıl sonrasını mı projektör tutmuş, birlikte karar vereceğiz.
Niceleri geldi, neler istediler.
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Okuduğunuz Kıt’a ya da dörtlük hiçte bin yıl önceyi tarif etmiyor değil mi? San ki daha dün yazılmış gibi, bugünü yorumluyor iyiden iyiye.
Onun içindir ki yazıya Hayyam damgasını vursun istiyorum.
Ben geri planda ona eşlik edeyim.
Ara sıra feracesinin yerde sürünen eteğini, takıldığı daldan/budaktan dikenden kurtarayım.
Bilirsiniz misafir ağırlamak zordur!
Hele misafir bir de dünyaca ünlüyse, kaprislerini peşinen kabullenmek ve nazına yelmek ev sahibine düşer.
Hayyam’ı benden daha çok tanıdığınızı ve okuduğunuzu varsayıyorum.
Bu yüzden detaya girip okuma hevesinizi kırmayacağım.
Bir gün Hayyam’ı yazacağım diye kendime söz vermiştim…
Bilirsiniz “Söz Senettir” peygamber sözüdür. Kimileri peygamber sözü yerine sünnet diyor. Varsın ne derse desin, ikisi aynı kapıya çıkar.
Bize de verilen söze sadakat göstermek, kısa da olsa Ömer’in özgeçmişini karakalem yazmak düşer.
Asıl adı, Gıyasettin Ebu’l Feth Bin İbrahim El Hayyam iken günümüze: sadece Ömer Hayyam olarak mum yakmış!
İran’ın Nişabur kentinde “18 Mayıs 1048’de dünyaya gelmiş!
Babası bir çadırcıymış, Hayyam İsmini babasının işinden almış.
Tarihin Ünlü Veziri, Nizamül Mülk ve Haşaşi Tarikatının efsane lideri Hasan Sabbah’la sınıf arkadaşı…
Bilirsiniz Hasan Sabbah, Elemût Kalesi’nden 34 yıl hiç çıkmadan yaşaması ile de ünlüdür.
Acaba diyorum, Hayyam aşağıdaki mısraları Nizamül Mülk ve Hasan Sabbah dönemi için mi kaleme aldı?
Cellâdına Âşık Olmuşsa bir Millet!
İster Ezan ister çan dinlet.
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet.
Yoksa bizim bu günkü halimizi bin yıl önceden mi gördü? Bu şiirleri kaleme alan Hayyam, seksen üç yıllık kısa ömrüne, matematik, fizik, astronomi ve tıp alanında birçok icada ve önemli esere imza atarak ölümsüzlüğü yaşarken kazanmış.
Ve İbn-i Sina’dan sonra Doğu’nun en büyük âlimi ya da bilgini unvanına sahip olmayı başarmış.
Bakın Hayyam neler diyor, nasıl sesleniyor?
Kim görmüş o cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından, yoğundan kurtul da yaşa.
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek. Derken haksız mı?
Elbette haksız değil ve gerçekleri bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Hani “anlayana sivrisinek saz- anlamayana davul zurna az” diyen atasözü var ya tıpkı onun gibi.
Ben derim ki “Kim Görmüş” şirini geri dönüp bir kere daha okuyalım! Ve Deniz’de gemi karada köşk peşinde koşanlara, Devleti soyup soğana çevirenlere, Çalışanları sadakaya muhtaç edenleri unutmayalım.
Hatta okkalı bir selam gönderelim…
Sonra doğumundan 83 yıl sonra 1131 yılında ebediyete intikal eden ve hala aramızda yaşayan Ömer Hayyam’ın Ruhuna içten bir Fatiha gönderelim ve yâd edelim.
Ne dersiniz?