Masada kitapları dizili önüne eğilmiş bir şeyler yazıyordu. Saçları dikkat çekiciydi. Güneş vurmuş başaklara benziyordu, hafif turuncu işlenmiş bir sarı renk. Ne yazdığını o kadar merak ettim ki merağım beni çevrimine aldı. Sipariş verdim. Beklerken onu izledim. Yazı yazarken birini görmek nice etkilemişti beni. Yüzünü merak ettim sonra, bitmekte olan şarjımı bahane edip telefonumun yüzünü görebileceğim bir masaya geçtim. Yüzünde beni etkileyen bir şeyler vardı diyemem ama sık sık kitaplarına ve defterine giden bakışları, sakinliği bende merak uyandırıyordu. Konuşurdum konuşmasına ama tüm o etkileyici eylemi bölmek istemedim.
“Ne kitapsız Ne kedisiz”, evet detaylarına bakamadığım ellerin uzandığı kitap buydu. Yavaş yavaş toparlanmadan önce, az evvel ellerim yanaklarımda onu seyrederken yakalanmanın hafif utancı ve biraz da yaramaz keyfi ile doluydum. Kimdi o, yabancı. “Belki bir gün yine karşılaşırız” derken kalkıverdim. Bana baktı. İçimde bir huysuz, tanışma istenciyle doluydu. Ama ben sessizce uzaklaştım.
Hikaye burada yarım kaldı. Bir hikaye daha başlamadan bitiverdi.