Ölümün çaresizliği yoruyor en çok ruhumu
Parmaklarımın arasında kaybolacak kadar küçük
On sekiz yılın acısını yüreğimin ortasına salacak kadar büyük
Kırk sekiz yıl kadar anlamsız üç santimcik bir saç teli…
Düşüncelerime, acılarıma, pişmanlıklarıma kilitler vurmuşum
Günler, iki yüz altmış günler;
Aylar, yedi aylar Boyunca!
Bu gece ansızın o kilitli kapıların altından sızdı
Korkunç bir gerçek kırıntısı!
Sızdı ve kanımda büyüdükçe büyüdü
Büyüdükçe canımı yaktı
Gözümü yaşarttı, kalbimi acıttı…
Beceriksiz cümlelerimle kaynadı sonra kanım
Harlanmış ama aslının tırnağı etmeyen bir ateşte
Kelimelerimle bir arada yanan
Yanıp kül olan
Külleriyle tekrar yanan ruhum;
Sıkıştığı köşenin pisliğinde kavrulup gidiyor!
Rüyalarımın güzelliği…
Rüyalarımı unutuşum…
Hayatımı unutuşum…
Güzellikleri, gereksizleri ayırmadan
Kendimi unutuşum…
Öyle ağır ki unutmak!
Öyle müthiş bir ağırlık oluyor ki insanın yüreğine…
Unutuş içinde yaşamı taşıyor.
Yaşamla arama tenekeden bir duvar çekiyor unutuş!
Delmesi basit
Elimi delikten soktuğumda kanatan
Yaşamdan vazgeçip elimi çekince daha da kanatan
Beni benden alıkoyan bir unutuş…
Bir kıyamet gibi.
İnsanın kendi kıyameti olur
Hani, hani burkar kaburgalarının altında bir yeri.
Sıkar, büzer; bir ara gevşetir, rahatlatır.
Sonra daha büyük bir kıvrantıyla
Yerinde ters döndürür
Yeri olmayan hissedişini…
Gergin ellerinden damlayan
Tırnakların açtığı yaradan sızan kan gibi,
Anlık acı vermeden
Damla damla
Korka korka
Bir feryat gölüne dönen bir esas arayış.