Gecenin gündüze bağlanmamak için çırpındığı günün en koyu saatinde zemindeki ahşapların arasından sızan kanın kokusu aniden keskin bir ayaz gibi yüzümü yaladı. Sevişmekten daha heyecan verici, korkudan daha karanlık ve sevgiden çok daha sadık bir koku…
Gözlerimi kapatıp ağzımın sulanmasına engel olmaya çalışmadan derin bir nefes aldım. Ve ani bir hamleyle birkaç kalp atımı süre sonra oraya vardım.
Gece saçlı genç kadın ıssız evin bomboş odasında çırılçıplak bir halde yere diz çökmüş, kesik bilekleri güçsüzce iki yanına düşmüş bir halde tanımadığı bir Tanrı’ya onu affetmesi için yakarıyordu.
Ancak farkında olmadığı bir şey vardı. Tanrı onu affetmeyecekti çünkü o çoktan karanlık ormanda yok olmuş, leoparlar, aslanlar ve dişi kurtlar tarafından parçalanmış ve onu kurtarması gereken Virgil Tanrı ile çoktan pazarlığını yapmıştı. Kısacası cehennem bile ona kapılarını ebediyete dek kapatmıştı.
Elimde olmadan bir sevinç çığlığı attım. Bu gece uzun zamandır olmadığım kadar şanslıydım çünkü bu derece günah kokan bir kanla yüzyıllardır karşılaşmamıştım.
Kadın pişmanlık ve nefret dolu yakarışına ara verip dehşete düşmüş iri, kanlı gözleriyle bana baktı. Bu sırada hafifçe oynayan bileklerinden yayılan günah dolu, lezzetli kanının kokusu başımı döndürdü ve olduğum yerde hafifçe sendeledim. Kadın çığlık atmak üzere ağzını açtığı anda büyük bir hazla saldırdım, tek bir hamleyle onu altıma aldım, bileklerini yukarı, başının üzerine yan yana koydum ve nefsimin tüm hevesiyle dudaklarımı yasladım.
Ilık. Koyu. Yoğun. Akışkan.
Yeryüzüne bahşedilmiş en lezzetli şey. Yaşam sıvısı.
Ve bu tam bir günahkârın kanıydı. Bu kadın safi kötülükten mürekkep bir varlık olmalıydı çünkü içinde biriktirdiği tüm irinlerin tadı kanına bulaşmıştı.
Kalbi korkudan o kadar hızlı atıyordu ki kanı içmek için emmeme bile gerek kalmadı. Altımda zehirli bir yılan gibi kıvranmasına aldırmayarak tüm gücümle onu hapsettim ve ağzımı sırayla her iki bileğine yasladım. Kalbinin kanını her pompalayışıyla ağzıma dolan o kutsal sıvıyı asırlardır su içmemiş birinin açlığıyla, gözlerimi kapatarak büyük yudumlar halinde kana kana içtim.
Koyu kırmızı sıvının tadından yarı sarhoş halde, kadının artık kıpırdamadığını fark ettiğimde ölü beyazı tenini ve günahlarının bedelini ödediği için rahatlamış gözlerini gördüm.
Yavaşça üzerinden kalkıp zevkten nefes nefese duvara yaslandığım anda son sürat zihnimdeki dehlize yuvarlandım ve tam merkezindeki İblis’in buz tutmuş gözlerinin içine baktım.
İşte tam da o anda Araf Dağı’nın zirvesinden en uzaktaki noktadaydım.
Kadının kanı damarlarımda aniden delice dolaşmaya başladı ve İblis gülümseyerek başını salladı. Charon’un çektiği küreklerin sesi kulaklarımda yankılandı. Ona beni karşıya geçirmesi, tüm bu lanete son vermesi için dakikalarca çılgınlar gibi yalvardım. Ama o yüzüme bile bakmadan uzaklaştı. O anda karanlık sürüler halinde saldırıya geçen eşek arıları ve böceklerden kurtulmak için siyah, sümüksü kurtçuklarla dolu yerde çığlıklar atarak nafile kıvrandım.
Ama ben sonsuza dek lanetlenmiştim bir yaratıktım.
Kurtuluş boşuna bir bekleyişti.
Benim yerim Acheron nehriydi.
Ve Tanrı bile beni terk etmişti…
KaraŞapka
Kaynak: http://karasapka.wordpress.com/