”İnsan neden ölmek ister ki burada?” diye düşledi Halil, elindeki ekmek kurusuna bakarak. Elindeki ekmek kurusundan ”Emek, isyan, özgürlük.” diye bağıran martılara bir parça daha attı.
-La ne emeği, ne hak ettiniz de konuşuyorsunuz?
-Gavk, gark, guvk.
-Al la, al, al. Siz hak ediyorsunuz diye değil ha, insanlığımdan veriyorum bu ekmekten parça size.
Döndü tekrar geriye, değneklerini aldı ve içlerine sokuldu zeytin ağaçlarının. Yosun kokusu sarmıştı tüm organlarını, bacakları dahil değil. Tahta değneklerini pek seviyordu Halil çünki kendisi yapmıştı değneklerini. Onlara aşk katmıştı, yaşama isteği, ölümden duymadığı korkuyu. Değneğine bağladığı radyoyu açtı. Brian Crain çalıyordu hem de ‘Dream of Flying’
Olduğu yere oturdu bir daha. Kendini ağaca yasladı. Bir zeytin dalına daldı ve daldı. Daldıkça daha da dalıyordu. Zeytin dalı yalnızca zeytin dalıydı, yoksa değil miydi? Dalgınlığını önünden geçen bir çocuk bozdu. On iki, on üç yaşlarında bir çocuktu bu. Esmer kirli bir yüzü, dalgalı uzun saçları ve boynu ile kulağının arasında bir ben vardı bu çocuğun. Üzerinde genişçe bir atlet vardı. Sanırım babasınındı bu atlet. Altında ise siyah kadife bir şey vardı. Pantolondan bozma bir şorttu bu. Bacaklarının bitip ayaklarının başladığı yerde terlikleri vardı sonra. Terlikleri kahraman. Kirli ellerinde taze soğanlar vardı daha topraktan yeni ayrılmış. Yeni doğmuş bebek misali ayrılmıştı annesinden lakin olması gereken bu idi. Göz göze geldiler, bir dakikanın yarısını dolduracak kadar sürdü bu bakışma. Çocuk baktı Halil’e ”Havulaliam” dedi.
”Havulaliam” diye cevaplayan Halil; zeytinliğin içerisinde eğlenen arkadaşlarına baktı, çocuğa baktı, ayaklarına baktı, tekrar çocuğa bakıp, zeytin dalına odaklandı.”Arkadaş” dedi.
”Yaşamak güzel şey. Martı sesini duymak kadar güzel, sıcaktan teninin kavrulması kadar ve sudaki serinlik kadar güzel, ellerine bakmak kadar güzel yaşamak, gözlerini dilediğin vakit açmak kadar güzel ve hatta gözlerini dilediğinde açamamak kadar güzeldir yaşamak. Koşmaktan ziyade düşmek kadar güzeldir hayat, düştüğümüz kadar güzelizdir hayatta. ”
Çocuk Halil’in gözlerine baktı. Anlamlı bir bakıştı aslında bu lakin anlamını pek belli edememişti. Derin bir nefes aldı minik ciğerlerine, gözlerini Halil’in bacaklarına dikmişti. Oradan ayırıp tekrar odak noktasını gözleri yaptı. Ardından çatlak dudakları aralandı
-Havulaliam.
-Havulaliam ne lan. Senin ben geçmişini silerim çocuk. Simdi git buradan.
Çocuk, arkadaşlarına doğru gidiyordu. Bir süre gözlemledi hepsini. Çocuk geçerken hepsi çocuğa bakıyordu, çocuk ise onlara bakmıyordu. Elindeki soğana bakıyordu. Haşin bir ısırık aldı soğanından. Sanki farklı canlılardı karşılaşan. Konuşan yalnızca gözlerdi lakin gözler dilsizdi. Çocuk o kalabalığın yanından geçti ve girdi derinliklerine zeytinliğin.
Halil dalmıştı yine. Oturduğu yerden doğrulmak istemezcesine kalkmak istedi. Oturduğunca eşitti tüm insanlar onun nezdinde. Yanından bir kaplumbağa geçiyordu, hallice yaşlı, sakalları ağarmaya başlamıştı ve saçları yoktu bu kaplumbağanın. İhtiyar kaplumbağa usulca yaklaştı Halil’e.
-Selamun aleykum.
-Aleykum selam amca. Bu havada neden eve kapadın kendini ? Gelsene dışarı, hava çok güzel bak.
-Kardeş, sen benimle taşak mı geçiyorsun?
Kaplumbağa çok sinirlenmişti. Evinden kendini bir kerede dışarı attı.
-Ayaklarım yok görmüyor musun? Ne olur anlayışla karşılasan?
-Ne alakası var la ?
Martı gergin ortamı görüyordu uzaktan. Ortamı sakinleştirmeye çalıştı. Bağırdı göğün içinden ”Emek, isyan, özgürlük”
Halil martıya iyice kıl olmuştu.”Lan sen de bir silktir git, bir şey konuşturmadın adama.”
Kaplumbağa güldü dişlerini göstere göstere. Pis, çirkin bir gülüştü bu.
-Aha, al sana insanlık. Ne oldu lan Halil, az önce insanlık diyordun, sen hayırdır?
-Haklısınız sanırım, bir an kendimi kaybettim.
Mahcup olmuştu kaplumbağaya karşı. Martıya dikti gözlerini onu öldürmek istercesine bakıyordu, gözlerinden okunuyordu bu. Birden gözlerini kaplumbağaya dikti. Kaplumbağa ise kabuğuna çekildi usul, usul. Ortam gerildi lakin gereksiz bir gerilimdi bu, kaplumbağa Halil’in gözlerini yanlış okumuştu. Okuma yazması pek iyi değildi ve üstelik gözlükleri de almamıştı yanına ve lens kullanmayı da pek sevmiyordu. Halil elini beline attı. Biraz bekledikten sonra Camel çıkardı oradaki gizli bir cepten ve uzattı kaplumbağaya.
Bir dal aldı kaplumbağa ve cebinden çıkarttığı kibrit ile yaktı sigarasını. Minik ciğerlerinden gelen bir öksürük ile doğruldu. Yuvarlak yaptı dumanından.
-Eyvallah koçum, bak insanlık böyle oluyor işte.
-Martı da içer mi?
-Emek, isyan, özgürlük.