IŞIK
Ölçüsüz kelimeler bitince
Bir avuç beyaz hüzün karşılar
Çirkin masalardan medet umanları
Değdir haykırışları uzak limanlara
Bayağı kokmuş tahta masalar
Aynalardan geçerken gördüm onu
Eline tutuşturulmuştu
Talan edilen bedenler
Yankısız nefeslerden aman dileyen
Bir garip dilenci misali
Masal kuşunun kanadında
Artık söndü o ışık
Oysa sen yeşil bekliyordun
Yanmadı
Gizli zamanlarda gideriz
Bir dualar bir sen
Çelişik iki soyut
Yangın yeri mi ortalık
Kalabalık yalnızlık silsilesinin
Vurduğu kentlerde
Ağırlaşan tenim rüzgarda savruldu
Ve hiçbir korku saramadı
Yeşil yanmadığından beri
Labirent bilinmezliğinin arttığı zaman
Işığı yak
Işığı yak ki
Gör
Gül kokmalı gövdemiz
Gülzar olmalı gövdemiz
Koca dağlar yerle bir olmuş
Ama sesin hala yankılanıyor
Etekten eteğe
Mavi sallayamadı bile
Yeşilin tahtını
Yeşil zarifti
Mavi sadece mısralarda
Durup dinlesek
Hoş gelir halbuki
Mavinin sesi
Köpük köpük olmuş sevdan içimde
Tuzlu parmaklarımı yalıyor
Sayısız yaşanmışlar
Birden söndü
Göğe bakan
İki genci arıyor
Aralansa bir vakit gövdeler
Girsek fütursuzca içeri
Saltanatın ihtişamını
Karanlığa ezberletsek
Zemin eridi birden
Ayaklarımız alabildiğine hızlı
Nur alabildiğine sonsuz
Baykuş sesini hissettim
Aşağıdan yukarı
Taraçalanmış kulağımda
Dans eden çingene azizliği
Gül kokmalı gövdemiz
Gülzar olmalı gövdemiz
Sevimsiz bir kartpostal
Umutsuz ışığın karşısında
Dalgalanan çizgilerdeki ahenk
Kıskandırırken kartpostalı
Düşünüyorum eriyen zemini
Buğulu köşebaşı taşlarından kurulu
Yeni bir dünya
İpe sapa gelmez kartpostal
Karşısında ışık
Ha yandı ha yanacak
Yarımız orada
Yarımız kayıp
İstesek iki yarım bir tam edecekti
Ürkek adam gözleri her akşam
Gül kokmalı gövdemiz
Gülzar olmalı gövdemiz