Herkes merakla bekliyordu. Acaba ne konuşmuşlardı? Ya da konuşabilmişler miydi? Daha onlar böyle düşünürken kapı açıldı ve kıpkırmızı olmuş bir vaziyette dışarı çıktı.Meraklı gözlerle bakan arkadaşlarının yüzüne bile bakmadan;
” Ne bileyim,iyi olur gibi. Hoş ,adını sormayı bile unuttum. Aklımda kalan sadece mor ve mavi damarların çok belirgin olduğu bir çift beyaz el…” diyebildi.
Arkadaşlarının hatırlattığı ismi bile duyamadan çıkıp gitti. Herkes birbirine bakakaldı. İçlerinden biri ” oldu bu iş! Baksanıza ikinci bir görüşme istiyor bizimki”. Gülüştüler.
Arkadaşları haklıydı. Tekrar görüşmek istiyordu. Adını da kalbine dokumuştu ilmek ilmek. Hatırlamıyorum bir bahaneydi. Uzun dalgalı saçlarının arasında ay gibi parlayan yüzüne bakamamıştı. Gerçekten damarları belli olacak kadar bembeyaz,düzgün ellerinden yukarı bakamamıştı. Ne zaman denese heyecandan kalbi duracak oluyor,vaz geçiyordu. Kadife sesi kulaklarında çınlayıp duruyordu. Gözlerini kapatınca yüzüne doğru akmış saçlarının arasından yüzünü görmeye çalışırken buluyordu kendini. Elini yüzüne doğru uzattığını,saçlarını okşayarak kenara alıp yüzünü seyrettiğini hayal ediyordu. Hayalin de sonu yoktu… Bir an önce tekrar buluşmalılar ve ona ; “benim gönül sarayımın Melikesi olur musun?” demeliydi. Hatta onu ikna etmeliydi. Çünkü yıllarca kendinden bile sakındığı silüetin yüzü belirginleşmişti. Artık hiç bir sima o boşluğu dolduramazdı.
Evet evet ikinci bir görüşme iyi olacaktı. Kararını vermişti ama olsundu…
Melike ise hayatının en huzurlu günündeydi. Uzun bir süredir yaşadığı sıkıntılardan nihayet kurtulacaktı. Aradığını bulmuştu artık. Kendini anlayacak,fikrine ve düşüncesine saygı gösterecek,onu mutlu etmek için gayret edecek bir yol arkadaşıydı o. Adını söyleyip söyleyip mutlu oluyordu:”İbrahim…”” Adı gibi merhametli,güler yüzlü,iyi niyetli,sakin, akıllı ve zeki bir insan. Cömert ve centilmen.” Telefonda ilk konuştukları günü hatırlamıştı. Sesi kibarlığını,bilgisini,zekiliğini ele vermişti ama görmek en iyisiydi. Yüzüne her bakmak istediğinde pembeleşmiş yanakların arasından kibar ama dolgun dudaklarından dökülen inci tanelerine takılıp kalıyordu. Seçemiyordu yüzünü. Neden sonra pencereden dışarıyı seyrederken bakabilmiş ,uzun kirpiklerinin arasından sürmeli gözlerindeki ışığı yakalamıştı. O andan sonra daha bir şey düşünemez ve konuşamaz olmuştu. Müsade isteyip ayrılmışlardı.
******
İkisi de kendilerini yokluyorlardı. Bu sonuçta bir ömür hatta daha fazlasıydı. Kritik bir karardı verecekleri. İkisi de kalben,ruhen,bedenen hazır mıydı bu birlikteliğe? Aradaki kültür farklılığı mutluluklarına nasıl etki edecekti?Sabredebilecekler miydi? Birbirlerine alışabilecekler miydi?Etraflarındaki kötü örneklere inat,güzel bir örnek olabilecekler miydi? Hayatın bütün yükünü taşımaya müsait miydi omuzları? Dünyanın bin bir türlü hali vardı,tutunabilecekler miydi?
Bunları konuşamamışlardı. Evet ikinci bir görüşme olmalıydı.
Bir hafta sonrası için haberleştiler. Ama bir hafta geçmek bilmiyordu. Kalben hazır olmanın bir tecellisi olsa gerekti. İkisi de nereye baksalar birbirlerini görüyorlar,kim konuşsa seslerini duyuyorlardı. Temkinli olalım derken kalplerini kaptırmışlardı işte akışa…
Beklenen gün geldiğinde Melike bütün bedeninin titrediğini farketti. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Yolda yürümekte zorlanıyordu. Buluşma mekanına geldiğinde O’ nun da aynı durumda olduğunu gördü. Selamlaştılar. Uygun bir yer bakıp oturmaya niyetlendiler. İkisi aynı anda belirledikleri masaya doğru yönelince çarpıştılar. Kıpkırmızı kesilmişlerdi. Çarpışma anında elleri birbirine değmişti ve o andan itibaren ılık ılık bir şeyler içlerine doğru akmaya başlamıştı. İlk defa göz göze geldiler. Utandıklarından yüzlerini hemen çevirdiler ama olan olmuştu işte. İbrahim hızla kenara çekildi,ceketinin iki yakasını eliyle tuttu,yol verdi. Melike süzülüp geçerken hemen arkasından geçip sandalyesini çekip oturmasına yardım etti.
Kendisi de geçip oturdu.
Garson ne almak istediklerini bir kaç defa sormuştu. Cevap alamayınca onları kendi hallerine bırakıp sadece iki çay getirdi kendiliğinden. Çay bardaklarını bırakırken farkettiler. Öylece kalakalmışlardı. Sanki dilleri tutulmuştu. İkisi aynı anda konuşmak istediler bu defa sözleri çarpıştı havada,sustular.
İlk defa gözlerine bu kadar uzun bakıyorlardı birbirlerinin. Kalplerine akan şey her neyse ilmek ilmek ruhlarına dokunuyordu en güzel desenler. Geçen zamanın verdiği yorgunluktan eser kalmamıştı ikisinden de. Sessizliği masalarına oturan arkadaşları bozdu:” Daha ne kadar burda bekleyeceksiniz? Bir karar verin artık! Her gün her gün sizinle mi uğraşalım? Kararınızı verin,yuvanızı kurun,gidin evinizde sonsuza kadar bakının birbirinize… Ama bizi meşgul etmeyin artık..”
Orada bulunan herkes dahil olmuştu birden olaya. Herkes ne kadar da yakıştıklarını söylüyordu. Tam birbiri için yaratılmış olduklarını,birbirlerini tamamladıklarını konuşuyordu. Sonra bir alkış tufanı koptu,herkes hayırlı olsun dualarındaydı. Çünkü herkes sorulan soruyu ve verilen cevabı pek beğenmişti:
” Gerçekten sen ,kendin isteyerek yani KALBEN,eksikliklerimi tamamlamak adına RUHEN, yürürken yorulmadan,yükü kaldırmaya azimli,güçlü ve kuvvetli olarak BEDENEN hayatımın kalan kısmında ve sonrasında da benimle birlikte olmaya hazır mısın? Uzun ve meşakkatli hayat yolunda sendelediğimde tutunacak dalım olur musun? ”
” Evet… Kalben,ruhen ve bedenen… Hayatımın kalan kısmında ve sonrasında; ebediyen seninle olmaya hazırım! Yolda sendeleyecek olursam tutunacak dalım sen ol isterim. Şartlar ne olursa olsun sen yanımda olduktan sonra her şeye eyvallah derim…”