Yüreğimin yarısı eksik doğdum ben… Gidişinden sonra doğan tüm bebekler gibi tıpkı. On dört asırdır, yüreklerinin yarısı eksik doğuyor bebekler. Gül yüzlüm yok diye artık…
Seni öyle çok özledim ki efendim… Ne zaman aklıma gelsen, kalbimde bir acı duyuyorum. O zaman rahat nefes de alamıyorum. Sadece, sadece ağlıyorum Efendim. Bazen de elime bir kağıt, kalem alıp, sana seni anlatıyorum. Sanki yanı başımda durup, yazdıklarımı okuyorsun. Okuyup gülümsüyorsun, hissediyorum. O zaman daha çok yazıyorum. Sana açıyorum kalbimi. Ama en çok yokluğundan duyduğum acıyı yazıyorum. Gözyaşlarım dağıtıyor sonra mürekkebimi. Hasretin yine ıslak bir surete bürünüp süzülüyor yanaklarımdan. Ben en çok sana ağlıyorum Efendim…
Seni düşünmek için yalnız kalmam gerekmiyor Gül yüzlüm. Bir yetim görsem, gözlerinde gülümsüyorsun. Sen olsaydın onu yalnız bırakmazdın, biliyorum. Başını okşadığın yetimler düşüyor aklıma. Kalbimde bir kat daha artıyor sevgin. Kalbim devam ediyor adınla çarpmaya…
Ezan beni alıp sana getiriyor sanki. Ezanla dalga geçen çocuğa nasıl hoşgörülü davrandığın geliyor aklıma. O çocuğun daha sonra müezzin oluşuna bir kez daha hayret ediyorum. Ezanın büyüsüne kapılmışken tam da, şehrine uğruyorum hayalimdeki burağa binip. İlk ezanı dinliyorum yanı başında. Bilal-i Habeşi’nin seni kalbime akıyor adeta. İçimi ısıtıyor kutsal davetin her cümlesi. Sonra hayalimdeki Burak beni tekrar hüzünlü meskenime bırakıyor. Ama o heyecana dokunmuyor. İlk kez dinliyor gibi dinliyorum her ezanı. Yine seni anıyorum, yine sana ağlıyorum Gül Efendim…
Seni hiç görmedim Güzel Peygamberim. Gözlerinin içine bakıp, kaybolamadım güzelliğinde. Ama içimdeki sevgin o kadar büyük ki Gül Efendim; adın gelince aklıma “Ta le al bedru aleyna” sesleri geliyor ensarın. Muhacirlerle kardeş olunca, beni de alıyorlar sanki aralarına. Sonra yine sen geliyorsun aklıma. Sahabelere arkadaşım derken, biz ümmetine kardeşlerim deyişin dokunuyor kalbime. Bizim için ağlayışın geliyor hatırıma sonra. Kalbinin güzelliği ısıtıyor dünyamızı hala, 14 asır sonra bile.
Gece örtemez ki güzelliğini Gül Efendim. Dünya kötü, dünya karanlık belki, ama bu zulümler yeter mi seni unutturmaya? Hiç sönmeyecek güneşimizsin sen bizim. Güzel Peygamberimizsin. Ne zaman muhtaç olsak sana, yanımızda hissederiz varlığını. ‘Peygamberimiz olsaydı sabrederdi’ der, sineye çekeriz haksızlıkları. Yaradan’ a sığınırız senin gibi tıpkı…
Bir hasretin koyar bize Gül Efendim, bir de seni görememenin verdiği ıstırap. İçimden ellerine kapanıp ağlamak gelirken, sünnetlerine sarıldım ben. Onlarda buldum teselliyi. Baktığım her yerdesin zaten. Güllerde buldum kokunu. Selamlar yolladım Ravzana uçan güvercinlerle. ‘ Bir gün mutlaka geleceğim.’ dedim. ‘ Onu çok sevdiğimi söyle güzel kuş. Onu çok özledim.’ Dedim. Gerek yoktu aslında kuşlara sana selam yollamak için. Aklıma geldin yine. Bir salâvat daha çektim. Elimi kalbime koydum sonra. Tıpkı Sahabelerin gibi…
Hani Sahabelerin senin adını söyleyince kalpleri yerlerinden çıkacak diye korktukları için ellerine kalplerine koyan Mübarek Sahabelerin gibi tıpkı. MUHAMMED dedim. Elimi kalbime koydum ve huzuru ben sende buldum Gül Efendim.
Bazen hasretin çok ağır bastı Efendim. Özlemimi anlattım rastladığım yolcuya. ‘Mecnunu olmuşum Güzel Peygamberin’ dedim. ‘Aşığıyım, görmesem de, ravzasına yüzümü süremesem de…’ Cüretimi affet Efendim. Günahlarla kaplı kalbime bakmadan, sana geldim ben. Kalbimde bir katre güzellik varsa, senin sevgindendir Gül Efendim…
Gel efendim. Ne olur artık gel. Rüya da olsun yine gel. Hak etmiyorum seni görmeyi, ne haddime düşmüş ama aşkınla yanarken bu gönül, sadece sende bulurum dermanı. Bir gelsen Gül Efendim. Bahara döner sararmış hazanlarım. Toprağıma ümit ol çorak kalmasın, kalbime yağmur ol umutla dolsun, günlerime doğ gecelerim aydınlıkla buluşsun. Ne olur gel Efendim, kalbimizin ışığı, ümmetinin NUR’ usun…
NURBANU KÖKSAL