Odamın içinde gezinen kelebek, hiç yorulmaz mısın?
Akşamüzeri, odamdaki misafir. Masama konmuş, beni izleyen bir hâli var… Sanki benimle konuşur gibi. Arada bir uçup tekrar aynı yere konuyor, bense kitap okumaya devam edip onu izliyorum.
İzlemek hoşuma gidiyor, bir şey anlatmak ister gibi. Uçarak balkona gitti, kanat seslerinden beni çağırdığını duyar gibiyim. Yanına gittim, küçük dostum ile bir süre bakıştık.
Bir an onun gibi uçmak istedim. Bir papatyanın kokusunu, sarkmış dalların yemyeşilliğini hissetmek… Kısacık ömrüme bir dünya sığdırmak…
Uçacakmışım gibi gözlerimi kapattım ve kendimi boşluğa bıraktım. Ama uçabilmek için ne kanatlarım, ne de ayakta kalabilmek için direncim vardı.
İrkilerek gözlerimi açtım; zifiri karanlık, sırtımda da bir ağırlık. Güçlükle ayağa kalktım. Ben, ben değildim. Uçabilmek için kanatlarım, küçük dostumun kanatlarına ne kadar da benziyordu. Hayatından bir parça vermişti sanki. Artık bir kelebektim, o hâlde neden uçmuyorum?
Karanlık devam etmekteydi, sanki gün hiç doğmayacak gibi.
Kanatlarımı çırpıyorum, gökyüzündeyim. Yıldızları daha yakından seyretmek ayrı bir zevk. Kanatlarımın arasına dolan rüzgâr, gıdıklar gibi… Sanki gökyüzüyle sevişiyorum.
Bir papatya, kokusu hiç bu kadar yakın ve güzel gelmemişti. Gün doğmak üzere, bende bir bitkinlik. Bu kadar erken mi? Sanırım küçük dostumun son günüydü. Zaman daha hızlı ilerler gibiydi, artık uçmaya dermanım yoktu. Bir papatyanın üzerinde öyle kala kaldım.
Gözlerimi açtım; yatağım, yarım kalan kitabım. Kelebeklerin rüyası, ömründen de kısaydı.