Ihlamur.
Her haziranda bu ağaca çıkmama sebep olan bitki. Nazikçe dalından koparıp elimdeki beyaz poşete dolduruyorum. Aynı zamanda ıhlamurun rahatlatıcı kokusu da vücudumu dolduruyor. Yere yakın olan ıhlamurları bitirmiş, üsttekileri toplamaya başlarken yükseklik korkum nüks ediyor.
Merdiven sallandı.
Otuz iki yaşıma geldiğim için yükseklik korkumdan utanırım. Kimseye belli etmemek için yüksekteki işlere gönüllü olurum. Belki saçmalık, belki de gayet mantıklı bir hareket.
Merdiven sallandı.
Ihlamur kokusunun unutturduğu korku tekrar selam verdi. Yere baktım, başım döndü. Mola vermem gerektiğine karar verince aşağı inmeye başladım. Son dört basamak, son üç basamak, son iki basamak, son basamak.
Kendimi de poşetle birlikte yere koydum. Sırtımı ağaca yasladım. Çantamı açtım. Elimi iyice dibe sokup karıştırınca elmayı buldum. Bir ısırık aldım. Köyüme baktım. Zamanında dedem ıhlamur ağacını köyden uzak bir yere dikmiş. Neden bilmiyorum. Budamasını yapmaya giderken aletleri köyün dışına taşırsın. Sulamasını yaparken kovayı köyün dışına taşırsın. Hepsi pazar yerinde satmak için. Yalan yok, iyi para getiriyor. Zaten köyde iki ıhlamur ağacı bulunur. Bir tanesi benim, bir tanesi Samet Abi’nin. Samet Abi satmaz, hepsini kendi içer. Çaydan çok ıhlamur sever. Ben ise fiyatı ne kadar artırırsam artırayım kışın herkes alır. Kasabadan alamazlar ki. Kasaba yolları tehlikelidir. Kasabanın içi tehlikelidir.
Biraz daha dinlendikten sonra kalktım. Merdivenin oynayan ayağı için bir taş aramaya başladım. Birisi büyük, birisi küçüktü. Yerlere bakarken ileride bir şey gördüm. Beyaz bir şey. Aklımda canlanmıştı ama emin olmalıydım. Koşa koşa oraya gittim. Görür görmez de küfrü bastım.
Bir güvercin başıydı. Güvercin bizim köyde kutsaldır, kimse ne öldürmeye ne de dokunmaya cesaret edemez. Yaratıcıyla bizim aramızda bir elçidir. Yükseklik korkumla yarışacak kadar korkmuştum. Ne yapmam gerektiğini bilemedim. Gömmeli miydim? Köye mi götürmeliydim? Köye götürmek en iyisi. Davut Abi ne yapacağını bilir. Poşeti alıp geri döndüm. Bütün ıhlamuru yere döktüm. Eğilerek güvercinin başını tuttum. Poşete koydum. Poşeti iki elimle tutarak köy yolunu tuttum.
Çok fazla ses.
Kahvede konuşmalar var. Utana sıkıla içeri girdim. Davut Abi’nin yanına gittim. İki adamla koyu bir sohbet ediyordu. Sandalyeye oturdum.
Çok fazla ses.
“Davut Abi.”
Beni gördü. Gülümsedi.
“Topladın mı ıhlamurları? Bana biraz verirsin artık. O kadar merdivenimi kullandın.”
“Davut Abi.”
Sesim istemeden yükselmişti.
“Abi göstermem gereken bir şey var ama.”
Devamını getirmedim. Elini omzuma koydu. Beni severdi ve benim için endişelenmişti.
“Ne oldu koçum? Önemli bir şey mi?”
Poşeti masaya koydum. Elimi daldırdım. Güvercin başını çıkardım. Elim titriyordu. Yüzleri düştü. Benim yaşadığım korku onlara da geçmişti.
“Köyün dışında buldum. Öylece yerde duruyordu. Ne yapacağımı bilemedim.”
İki parmağını kalbine koydu.
“Koolad sen bizi koru.”
Hepimiz eşlik ettik.
“Koolad sen bizi koru. Koolad sen bizi koru. Koolad sen bizi koru.”
Kahvedeki diğer insanlar da toplandı. Güvercinin başını gören herkes bize katılıyordu.
“Koolad sen bizi koru.”
Sus işareti yaptı. Bana döndü. O anda üstümdeki baskı daha da arttı. Bunun için beni de suçlayabilirlerdi.
“Şu adamı öldürün.”
“Köyden atın.”
“Dinsiz.”
Kafamdaki konuşmaları susturdum.
“Nasıl buldun?”
Alnımdan ter akıyordu.
“Merdivenin altına tıkmaya taş arıyordum. Bizim ıhlamur ağacının az ilerisinde buldum. Direkt sana getirdim.”
Davut Abi biraz sustu. Köyde bunu yapabilecek biri yoktu. Herkes inançlıydı, herkes ibadetlerini eksiksiz yerine getirirdi. Belki birisi bozulmuştu. Koolad’ı düşündüm. Eksiksiz bir yaratıcı. Cezalandırılacaktık. Hepimiz cezalandırılacaktık. Dualar kurtarmazdı. İbadetler kurtarmazdı.
Davut Abi suskunluğunu bozdu.
“Bu bizim işimiz olamaz. Belki de savaş bize gelmiştir. Düşman yapmış olabilir bunu.”
Evet, evet. O haklıydı. Biz masumduk. Koolad’a masum olduğumuza dair yemin ettim. Düşmanın yıllar önce kasabayı ele geçirdiğini biliyorduk. Onlar inançsızdı. Evet. Onlar yapmıştı. Biz masumduk.
Şimdi ne olacaktı? Bu kapımıza kadar geldiklerinin işareti. Savunamazdık. Ne ıhlamur ağacını, ne de yaratıcımızı. Hızlıca ayağa kalktım. Meydana koştum. Diz çöktüm. Cam parçası dizimi kesmişti ama önemi yok. Eğildim. Koolad heykelinin önünde eğildim.
Dizim kanıyordu.
Önemi yok.
“Koolad sen bizi koru.”
“Koolad sen bizi düşmanlarımızdan koru.”
“Koolad sen ıhlamur ağacımı koru.”