Mektup Kırık Bir Veda 14 Ocak 2018Hazal İslamoğlu İzbe bir barda rastladım ben sana. Sen o okuduğum kitaplardaki serseri çocuğun biriydin. Masama yaklaşır yaklaşmaz anladım bunu. “Ne içersin?” diye sordun. Dudaklarından kana kana seni içmek istiyordum ama “Ellilik” diyebildim usulca. O gün o bardan o kadar ümitsiz ve bir o kadar ümitli çıktım ki… Hem bir daha seni görememe endişesi taşıyordu yüreğim hem de yarın gelsem de seni yine görsem heyecanı. Gerek bile kalmadı. Buldun beni. İçimdeki tüm o coşkuya rağmen tersledim seni. Çünkü korkuyordum. Aşık olmaktan korkuyordum. Çünkü daha gördüğüm o ilk anda hissetmiştim. Fakat inan dönüp de bana bakacağın aklımın ucundan dahi geçmezdi. O bana bakmaz dediğim herifin aylarca yolumu gözlediğini öğrettin sonra bana. Bir Ağustos günü gelmişim ben o bara. Yanımda arkadaşlarım varmış, gelip de konuşamamışsın. Sonra günler ayları kovalamış sen de gözün hep o barın kapısında beni beklemişsin. Pazartesiydi o gün. Sonra bana bir şarkı söyledin. “Seni gördüm bir pazartesi ve sevmek çok şükür…” diye mırıldanan o sesini sevdim. Beni o izbe barda her gün umutla bekleyen o gözlerini sevdim. Sana yaralarımı bile gösterme gereği duymadım. “Bak burası acıyor. Bir kere daha acımasın.” korkusu duymadım. Sen bendin zaten bilirdin neresi acıyor, oraya üflerdin o sıcak bir meltemi andıran nefesinle. Senin de acıyan yerlerin vardı. Ketum bir tavırla sakladın. Ben biz olabildim. Ama sen hep ben kaldın. Benim sorunum bizim sorunumuzdu. Senin sorununsa sadece senin. Ne yapsam yıkamadım o metruk duvarını. Açamadım bir mücevher gibi sakladığın hüznünün olduğu o kutuyu. Ben zorladıkça sen kaçtın. Ben aşamadıkça sınırları, tırlattım. Sevdikçe acıttım. Çekilmez bir kadın oldum, huysuz bir adam oldun. Sonra bir gün tam açıyorum sandım o kutuyu. Sen bundan o kadar korktun ki çekip gittin. Ne saklıyordun o küçücük kalbinin odacığında? Ne korkutuyordu seni bu kadar? Tüm bu sorularla beni baş başa bırakıp gittin. Korkağın teki olduğunu düşündüm. Sonra kendime kızdım. Beni sevecek kadar yürekli bir serseriydin sen. Korkak olsaydın benim azgın dalgalarıma hiç atmazdın ki kendini. Ama kaçtın da… Kurtardın belki kendini. Ben bir bataklık gibi kendime çekmiş olacaktım ki seni yeniden kopup geldin oralardan. Hayatımı şenlendirdin. Yeniden gittin. Geldin “Seni seviyorum.” dedin. Tam cevap vermek için yüzümü sana döndüm yine yoktun. Geldin gittin. Bir medcezir gibi. O kadar yoruldum ki beklememeye karar verdim. Kendi hayatıma bakmaya karar verdim. Sonra gecenin bir yarısı yine geldin sen. Kapıyı yüzüne kapatamadım. Seni içeri buyur ettim. Daha o saniye o kapıyı benim yüzüme kapatıp yine gittin. Sövmek istedim. Bağırmak istedim. Belki de o kapalı kutu kalbini yumruklamak için her şeyimi verirdim. Yapamadım. Ama niyeyse yemin ettim unutmaya. Olur da dönmek istersen beni bulamazsın. Benim gibi “Neden?” sorusunun içinde boğulma diye bu yazıyı kocaman bir okyanusa savuruyorum. Merak edersen arar bulursun zaten. Bunu bulursun beni asla. Oysa bu hikayeyi anlatmak istediğim yer çok daha farklıydı. Senin o amansız bekleyişin ve beni bekletişin, ne olursa olsun birbirimize dönüşümüz, bizim hikayemiz daha fazlasını hak ediyordu çünkü. Kocaman bir kalabalığın ortasında seni nasıl tanıdığımı, nasıl sevdiğimi büyük bir heyecan ve mutlulukla anlatmak istiyordum. Şimdi gözlerimden yaşlar süzülürken bir vazgeçiş hikayesi olarak anlatıyorum. Oysa seni sonsuzuma katışımın hikayesi olmalıydı bu. Okunma : 1.010 Bunu paylaş:FacebookTwitterWhatsAppBunu beğen:Beğen Yükleniyor... Hazal İslamoğlu Yaşadıklarım bana yazmayı öğretti. Onlara kızamam; Onlar olmasaydı asla kendimi yazı yazmanın büyüleyici dünyasında bulamayacaktım. Previous Article Yeraltı Edebiyatı AYAĞA KALK 14 Ocak 2018Kant Kahinat View Post Next Article Şiir Tasavvufi Şiirler Gelincik Mevsimi 14 Ocak 2018gulincik View Post Bir yanıt yazın Yanıtı iptal etYorum yapabilmek için oturum açmalısınız. Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.