Kapıyı çarpmak ”girme” demek
değildir.
Aksine gir demektir belki. ”Girsene işte ulan!” diye çarpmaktır.
Kapıyı çarpıp daktilomun başına oturdum.
Parmaklarımın ucunda biriken ne çok acıya dokundu bu harfler.
Dokunduysa dokundu, bu devirde herkes herkese dokunuyor, devam et.
Yavaş yavaş başladım yazmaya. Korkak gibi değil de cesur olmaya yaklaşır gibi adım adım.
Kafamın çarkları döndükçe dönüyor, başım dönüyor demiştim sana. Tansiyon neyim oluyor ki benim?
Çarpıntı, tansiyon, komedi, trajedi ve nihayet sen.
Parmaklarım kırılırcasına bastım harflere. Oysaki sadece merhaba demiştin.
Bana merhaba demeyin! Merhabaların içinde sakladıklarınız var.
Kurnazca düşünülmüş ya da hiç düşünülmemiş bencil oyunlarınız.
Kötü oyuncular ve kötü maskelerden bıktım!
Beni tehlikeli oyunlarımla bırakın. Burdan çıkmamı isteyen kapıyı kırdığımda sussun.
Kapının ne mi suçu var? Bu oyunumdaki çarpışma yanlış anlaşılmasına alet oluyor da ondan.
Aramızda bir kapı olmasaydı, çarptığımı da kırdığımı da görmeyecektin.
”Bunların hepsi kurgu be!” Yalan. Kurgu. Yalan.
Parmaklarım kanıyor artık. Daktiloyu bir deliye vermeyeceklerdi onlar da. Kırık parmaklarıma kırık daktilo.
Deli aklını kaybetmez. Elinde kalan tek şey aklıdır. Elimde tek aklım var. Aklıma girersen elimde olan tek şey olursun. Soluk soluk kaybolursan elim boş kalır. Boşlukta nefes alınır mı?
Sorularımı çöpe attım. Cevaplar işe yaramaz. Cevaplar gerçek ya da yalandır. Gerçeklerin parmaklarımı, yalanların yüreğimi kırıyor.
Daktiloyu parçalıyorum. Parçalarken de yazabilirim. Okuyamazsın sadece.