(Biliyor musunuz, kar gibiydi saçları…)
Gittiğinden beri şu kırmızı Napoliten çikolatalardan yemedim. Sanki evine gittiğimde, yumuşacık elini öptükten sonra, beyaz masanın çekmecesinden çıkarıp verecekmişsin gibi. Herkes seni çok özlüyor biliyor musun dede? Tek kötü söz duymadım hakkında. “Güzel İnsan”lar var ya hani, tek tük kalan, sen onların içinde en sevdiğimsin.
Ben de ameliyat oldum geçenlerde. Esra’yı başka şehirde emanet bırakacak kadar acilmiş durumum, onu almaya gitti annemle babam. Beni de senin evine bıraktılar. Babannem vardı, halamlar, Küçük Ahmet bir de. Sen Küçük Ahmet’i göremedin. Ben erkek olsam adımı Ahmet koyarlardı. Keşke erkek olsaydım. Adını gururla yaşatırdım, sen de görmüş olurdun Küçük Ahmet’i. Son zamanlarında güçlükle çıktığın merdivenleri ben de güçlükle çıktım. Babannem hasta yatağımı nereye hazırlamış biliyor musun’ Senin köşene… Senin yatağın arka odada ama. Onda hep babaannem yatıyormuş. Beyaz uzun masan da yok gittin gideli. Bir sehpa koydular koltuğun önüne. Senin uzandığın yönde uzandım. Her dakika aklımda sen. Masan sonra. Bardak, şişe, kırmızı Marlbora, kaymak, gazete, kalem. Radyon çalıyor hala. Hem de hep. Sadece gece kapatıyorlar, yaptığın gibi. Koltuğun karşısındaki pencere dikiyorum gözlerimi sık sık. Sen ölmeden önce, kuşlar şakımış orada. “Ölme.” demişlerdir belki. 6 yıl olacak, hala alışamıyorum, gözlerim doluyor. Şimdi de ağlıyorum mesela. Sesini unutmak istemiyorum. Hakkında daha fazla şey hatırlamak istiyorum. Gülüşünü gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum.
Keşke ilk torunun ben olsaydım. Daha çok bilirdim seni. Hiç unutmuyorum, bir yılbaşı gecesinde tombala oynamıştın bizle. Yalnız köşende. Git gide daha erimiş görüyordum seni. Evine gelen doktorun serum takarken sana, sen büyü doktor ol dedeni iyileştir demişti. Ben seni iyileştirmek için doktor olacaktım oysa. Yıllar önce kanserini düzgün alsaydı aptal doktorların, yaşayacaktın da. Şimdi tüm sağlık çalışanlarından nefret ediyorum. Sana nasıl acı çektirdikleri geliyor aklıma. Daha fazla yazamıyorum, affet beni. Bir ağlamak tuttu gidiyor. Rüyalarımda daha çok gel, n’olur… İlk rüyama girdiğinde müthiş bir dolma kalem vermiştin bana. Yazıyorum ben de, okuyorum da. Verdiğin kalemin hakkını vermek zorundayım. Bu arada, bana verdiğin çakmağı da saklıyorum yıllardır. Küçükken saçlarımı yakmıştım onunla. Doldurtacağım onu. O kadar uzun zaman oldu ki biteli, gaz kokusu bile kalmadı. 3 gün önce de geldin ya rüyama, Napoliten çikolata aldım o gün. Kırmızısını almaya gönlüm elvermedi, yeşil aldım.
Yanına geldiğimde, kırmızı olanından verir misin?