Şarabın kırmızısından ziyadeydi güneşin ardında bıraktığı renk cümbüşü doksan yedi ve kırk altı numaralı daireler dahil görebiliyordu. Eşi benzeri olmayan bir güzellik değildi bu. Eşi yarının batışı idi.Yarın batacak mı bilinmez. Belki de battığı yerden doğacaktır keyfi. Sanmam.
Seyit bugünü de dünden kopyalamıştı ve yapıştırmıştı yarınına. Çünki apartman görevlisi olmak bunu gerektirirdi. Her ne kadar apartman sakinleri ona kapıcı dese de O apartman görevlisiydi. Zaten O da apartman sakinlerine apartman sakini demiyordu. Göt diyordu.
Saat on dokuzu üç geçiyordu. Dairelerin önüne bırakılmış çöpleri almak üzre çıktı dairesinden. Doksan altı daire vardı ve her gün seksen iki daire rutin olarak çöplerini koyuyordu kapılarının önüne. Çöp toplama işlemi hemen hemen bir saat altı dakika sürüyordu.
Kendine ayrılan daireye geçti yapacak işlerini bitirdikten sonra Seyit. Önceden hazırladığı sobayı yaktı ilk olarak. Salonun kapısını kapatıp mutfağa geçti. Bu gece ne yemeli diye düşündü ve seçimini makarnadan yana kullandı. Bir de tevazu sahibi bir salata yaptı göbek salata ve dilimlenmiş havuçtan oluşan. Sofra bezini serdi sobanın önüne. Dünden kalan yemeği de sobanın üzerine koydu. Oda sıcaklığı otuz dereceden bir iki derece daha sıcaktı. Sofrayı hazır ettikten sonra bir telefon etti apartman sakini Adnan Beye. O göt değildi.
-Adnan Bey iyi akşamlar efendim. İşiniz bitti ise buyurun gelin, yemek hazır.
-Yok Seyitciğim, teşekkür ederim lakin çocukları yolluyorum.
-Yollayın Adnan Bey. Allah razı olsun. Allah ne muradınız varsa versin.
-Olur mu öyle şey yahu haydi afiyet olsun.
-İyi akşamlar beyim. Allah razı olsun.
-İyi akşamlar.
Adnan Bey emekli ve dul bir bey idi. Emekli öğretmenliğinden mütevellit çocuklara ders veriyordu ara ara. Aradan altı dakika geçtikten sonra geldi Haydar Berk ve Hüseyin.
-Haydi oğlum yemeğe gelin.
-Yok babacığım biz tokuz. Adnan Bey yemek verdi bize sağ olsun.
-İyi.
Seyit kendine sobanın üzerindeki yemekten bir tabak koydu. Salatayı getirdi koydu. Makarnadan da bir tabak koydu. Kalp kırıklığını koydu. Çocuklarıma yetemiyorum diye bir düşünce koydu. Açık olan televizyona bakacak şekilde oturdu yere.Yemeğini yedi. Son lokması ile üç tabağı da sıyırdı. Kalp kırıklığını ve düşüncesini sıyıramadı aklından Seyit.
-Elhamdülillah bugün de doyduk. Allah olmayana da versin.
Kalktı yerinden dışarıdan sobanın içerisine iki adet kaba odun koydu. Kendine bir çay koyup televizyona bakmaya koyuldu. Üçlü ve ikili koltuklarda televizyona bakarken uyuya kalmıştı Haydar Berk ve Hüseyin. Çocukların üzerini örterek yere kendine bir yer yatağı serdi. Başını yastığa koyup televizyon izlemeye devam ederken uyuyakalmıştı.
Sabahın ilk ışıklarında uyanmıştı Haydar Berk.
-Hüseyin kalk, kalk, kal. Sabah oldu.
-Hee!
Yaklaştı iyice Hüseyin’e ve tuttu ensesinde yanağına bir buse kondurmak istercesine yaklaştı. Yanağını es geçip kulağına yöneldi usulca.
-Kalk sikerim belanı.
-Tamam ağbey kalkıyorum.
Soba sönmüştü ve etrafta o Senegal sıcaklarını andıran hava kaybolmuştu. Etraf Erzurum idi adeta. Pijamalarını üzerine pantolonlarını giydiler. Üzerlerine ise annelerinden yadigar örme kazakları ve Haydar Berk’in montlarını. Babalarının cebinden bir avuç para alıp bahçeye çıktılar. Yapacak işler vardı. Sitenin bahçesini sulama ile başladılar işe sonrasında süpürülmesi gereken yaprakları süpürdüler ağaçlardan öte. Hüseyin severek büyüttüğü kaktüsleri suladı sevgi dolu. Okşadı ve bir buse kondurdu dikenine. Fısıldadı dikenlerine usulca fısıldadı:
”Kaktüsler en sadık sevdalısıdır güneşin
Saçı, sakalı birbirine karışmıştır.
Ona sevdiğinden başka kimse dokunamaz misal.
Velhasıl kelam
Güneşten öte,güneşten ziyadedir
Mütemadiyen sevmek seni.”
Bu atmosferi bozan Haydar Berk oldu. Hönkürdü uzak diyarlardan.
-Hüseyin süpürdün mü lan bahçeyi?
-Sanane.
-Getirtme bak beni oraya.
İkisi de üzerine düşen görevi başarı ile tamamlamışlardı. Güneş de iyiden iyiye ısıtmıştı bu diyarları ve tenleri. Burunları akıyordu saf sapan. Kollarına sildiler elbette. Eve dönüp çantalarını aldılar üzerlerini değişip okullarına gitmek üzre yola çıktılar. Seyit evde yoktu. Merdiven silme saati olduğundan mütevellit evde yoktu Seyit. Yolları uzundu ve güçten yoksundular. Lokantaların ve fırınların olduğu sokağa gelmişlerdi. Bir ses idi etraftaki sükuneti dağıtan.
”Sıcak çay, taze simit, çıtır karılar var ağbey. Buyrun içeri bakın. Buyrun buyrun.” Haydar Berk bir gülümsedi ufak çapta. Hüseyin’e dönüp
-Sıcak çay diyor anasını. Hayata bak.
-Amcaoğlu bunlar ne satıyor ben anlamadım.
-Karıdır, karı, karı.
-He bilelim de ona göre.
Yollarına devam etti bu iki iki bin üçlü. On adım kadar sonra dayanamadı Hüseyin
-Karı dedi. Gidelim mi? Merak ediyorum nasıl bir şey.
-Senin yaşın kaç?
-On bir, ne olmuş?
-Merak ettim de sen hiç aynaya baktın mı kardeş ?
-He baktım kardeş. Sen hayırdır. Tipim mi kurtarmıyor?
-İpin ve kuşağında mütevellit bir sorun yok elbet.
-Sorun ne ha?
-Altı buçuk liramız var be kardeşim.
-Kaç para ulan bir karı?
-Altı buçuk değil.
-Simit yiyelim o zaman.
-Haklı konuşunca gurur yapmıyorum bak. Gidelim
Girdiler bu ne sattığı belirsiz yere. Hüseyin ocağın arkasındaki adama
-Bize iki sıcak, biri diğerinden daha demli çay ve elbette iki taze simit lutfen.
Etrafı bir sessizlik kapladı. Birden herkesin Hüseyin’e yöneldiğini anlayan Haydar Berk.
-İki çay, iki simit verir misin ağbey?
-He bak o olur.
-Eyvallah.
Çayları getirdi sandal küreği bıyıklı adam. Masaya koydu lakin koyuş bir iç, kalk git koyuşuydu. Hüseyin’e baktı. Hüseyin sakinliğini koruyarak ve gülümseyerek.
-Fuckin’ your hand.
-Ne dedin lan sen?
-Ben bir simit daha alabilir miyim?
-Bence alırsın.
-Müteşekkirim.
-Sen nasıl bir değişik bir şeysin lan öyle?
-Dediğim gibi müteşekkirim bayım.
Adamın Hüseyin’in bu sakin tavrı karşısında daha da üstüne gittiğini tanıklık eden Haydar Berk elindeki sıcak çayı adama fırlattı.
-Amına koyduğumun artisti seni, Hüseyin kaç, kaç, kaç.
Hüseyin hemen kalktı yerinden. Sandalyeyi fırlatarak adama. shut up your fuckin’ mouth
-Elini parmağını siktiğimin hanzosu seni.
Bir kaç atik hareket ile kaçtılar oradan hemen lakin üç dükkan sonra esnaflar çocukları çantalarından yakalayarak tuttu. Çocukların çırpınışları kar etmese de bağrışları sürüyordu. Çırpınıyordu Karadeniz bakıp Hanzonun suratına ”Bırakın ulan bizi. Bırakııın! ” Bırakmadılar. Hanzo Bey gelişine çınlamalı birer tokat attı. Hüseyin’i kollarından kaldırarak. ”Shut up your fuckin’ big mouth.”
2 comments
kardeşim hikaye güzeldi ta ki 11 yaşındaki kapıcı çocuklarının amerikan serserilerine dönüştüğü yere kadar kemal sunalı koymuşun güzel bir kapıcı profili vefasız komşular birde apartmanın hulusi kentmeni adnan bey ama o ingilizce küfürler kapıcı-apartman sakini hikayesinden mahallenin haylaz çocuğuna geçişin biraz akışı etkilemiş bence ama buna rağmen fena değildi kalemine sağlık
Maksadim beklenen sonu vermemek idi bunu basardim saniyorum ve sahsi fikrim 11 yasindaki her cocugun icerisinde Amerikan serserisi bulundugundan yanadir. 11 yasinizi hayal edin. Yorum için de teşekkürler bayım.