Işıkları sevmez yalnızlık, korkar kendinden aydınlığın yakıcılığında ve bu yüzden arzulanır karanlık geceler, uzun gündüzler boyunca. Bekleyişler boğar insanı gölgelerde saklanırken, yüce ağaçlar bile sevmez o insanları yardım dilenirler kuşlardan, alıp götürün şu yalnızı! Bir gece vakti bisikletiyle geldi, neredeyse beline kadar uzanan saçlarını ikiye ayırıp örmüş olan kız. Örülmüş saçlarının uçlarında gecenin karanlığında bile parlayan iki küçük kurdele vardı. Beyaz narin omuzlarından kurabiye büyüklüğündeki dizlerine kadar uzanan kottan yapılma askılı bir tulum giymişti üzerine. Bisikletinin sol tarafında bulunan zilden çıkan gülümsetici ses yalnızlığımın bitiş fermanıydı. Ruhu kadar berrak olan bakışlarıyla yanına çağırdı beni, bisikletinde yavaş hareketlerle ilerlerken beni de peşinden sürükledi ve lanetli yalnızlık mabedinden uzaklaştırdı. Yeteri kadar gittikten sonra bisikletinden indi, huzur veren serin elleriyle tuttu ellerimi ve tüm içtenliğiyle gülümsedi. Beraberce dolaştık küçük sahil kasabasının neşe dolu sokaklarında. Tatlı tatlı ağladık birbirimizin gözlerine bakarken ayrı kalışımıza. Şimdiyse, sakin denizin kenarında serin kumların üzerinde otururken, birbirimize sarılmış halde aşkımızla ruhumuzu ısıtıp acılarımızı ve eski yalnızlıklarımızı dindirirken izliyoruz, sabahın ilk vakitlerinde bakışlarımızın bitiminin üstünden kendini gösteren, kızıl saçlarıyla yükselen güneşi. Biliyorum, bu kızıl saçların ardından birazdan güneş doğacak fakat korkum yok bu sefer ondan, öğrendim acı veren uzun tekrarların ardından onun yalnızca yalnız olanları yaktığını sevgilileri ise ısıttığını.