Evin karanlık kısmında yatıyordu. Aydınlık kısmında hararetli bir tartışma dönüyordu. Alacakaranlık koridor sayıklıyordu adını. İki kaba duvar arasında uzanan koridor, yatakta uzanıp henüz uyuyamamış çocuğu adeta arasında sıkıştırıyordu. Bağrışıyordu aydınlık. Sayıklıyordu ya duvar, bağırışları tekrar ediyor, korkunç bir akis veriyordu. Çocuk ürküyordu. Neredeyse dua etmeye başlayacaktı: ya hemen ölmek ve iki sütun toprak arasına gömülmek ya da bu konuşmanın, bağrışmanın bir an önce son bulmasını istiyordu. İkisinden beri hemen gerçekleşmeliydi.
Ev inliyordu. Ardından bir öksürük krizi tuttu küçük çocuğu. Küçüktü ama ilkgençliğine birkaç senesi kalmıştı. Bağrışlar gittikçe yükseldi.
Her şey bir prelüd edasıyla başlamıştı. Anne, yeterince demden sonra bir öğürme gerçekleştirmişti. Baba sakince öğürmeleri dinledi. Kusma önünde sonunda gerçekleşecekti, biliyordu. Sunuş tamamlanmıştı. Para meseleleri, yok çocuğunla ilgilenmiyorsun konuları artık açıklık kazanacak; babanın bilincinde ise bir şeyler kepenk kapatacaktı.
O kapanmadan sonra neler olacaktı? Aydınlık kısmı evin, kararacak; derin, yoz, küller uykulara saçılacaktı.
Çocuk… O, hıçkırıklar içinde kıvranırken, baba, kapanan kepenklerini bir REM uykusunda açacaktı. Sabah o safhada gördüklerinden yalnızca kızgın annesinin suratını hatırlayacaktı.
Çocuk uykuya daldı. İçerisinde bulunduğu tüyler ürpertici durum, tatlı çimenlik hayalleriyle mor hülyalara dönüştü.
…
Her yer aydınlandı. Çocuk sevimli uykusundan uyandı. Ayaklandı. Ev çok sessizdi. Baba horlaması dahi yoktu. Bu garipti. Çünkü –çocuk biliyordu- alkol vardı, çatışma da. Yorucu geceydi.
Mutfağa yöneldi çocuk. Issızdı ev. Sorgulamadı pek bu sessizliği ve evyedeki bulaşıklara gözlerini dikti. Kadehler kirli, küllükler dolu… Sinekler oluştu aniden çocuğun yeşil gözlerinin önünde. Sineklerden bir çifti –kanatlarla, kara kanatlarla dört kanat oluyordu- bir kadehin içine girdi. Kan emer gibi emdi dibini kadehin iki sinek.
Sinekler gittikçe çoğalıyordu. Çocuğun gözleri gülüyordu. Sırıttı, sonra buna içerledi. Bir ahlâksızlık yaptığı duygusuna kapıldı.
Hep geceleri dua ederdi, ölmesindi anne baba, o yeterince büyümeden.
Ev ıssızdı. Çocuk arka tarafta bulunan ana babanın yatak odasına girdi. İlginçti: etraf sisle kaplıydı. Yatak topluydu ve sisten göründüğü kadarıyla çamaşırlar çok temizdi. Çocuk pencereye yöneldi ve kulak kabarttı bu donuk, acımasız atmosfere:
– Zaman geçecek, yalnız öleceksin, baba.
– Zaman dinecek, yalnız gideceksin, anne.
Sığındı kendine çocuk. Aydınlığa sığındı. Gardırobu açtı, annesinin elbiselerine, geniş yakalı gömleklerine babasının, sığındı. Islattı kırmızı gözleri naftalin toplarını. Çatladı toplar: O doğdu. Yalnızdı. Zaten yalnız doğmuştu ya, yalnız gidecekti. Yürüdü. Koridor evin en gri bölümüydü: tavan gri, halı gri, duvarlar gri… Yatak odasındaki sis koridora doldu, mutfaktaki sinekler diğer taraftan yayıldı sisin içine. Heterojen karışım…
Vakit gelmişti: çocuk irkildi, donuk gözlerle ellerini çırptı, iki yana salladı, ardından sis ve sinekleri yelledi.
Pencere açıldı duvarda, iki tane, beş tane, on beş tane, yüz tane, milyonlarca… Koridorun duvarında dizildi tüm geçmiş ve tüm gelecek: artık aydınlanmıştı koridor da. Ve çocuk haykırdı:
– Zamaaaaaaaaaaaaaaan!